HOMEPREVIOUS
Okut

KUR'AN: Mâun Suresi; Sure 107, Ayet 7

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ 107:7

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ

we-yemneÛne l-mâÛn*e


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri:
107:7 And do not let others ask for small utilities.



Elmalılı-orijinal 107:7 Ve yardımlığı sakınır (zekâtı vermezler)

Elmalılı 107:7 Ve yardımlığı sakınırlar (zekatı vermezler).

DiyanetMeali 107:7 Onlar basit şeyleri dahi vermezler.

DiyanetVakfı 107:7 Ve hayra da mâni olurlar.

Ömer.N.Bilmen 107:7 Ve men edilmesi mutad olmayan bir şeyi bile men ediverirler.

SuatYıldırım 107:5-7 Ki onlar namazlarından gafildirler (Kıldıkları namazın değerini bilmez, namaza gereken ihtimamı göstermezler). İbadetlerini gösteriş için yapar, zekât ve diğer yardımlarını esirger, vermezler. [4,142; 4,38; 2,264; 8,47]

İbni Kesir 107:7 Ve zekatı da men'ederler.


KURTUBI TEFSİRİ

MÂUN SURESİ
AYET 7

1. Dini yalanlayanı gördün mü?

2. İşte o, yetimi şiddet ve sitemle itendir.

3. Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir.

4. İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki,

5 Onlar namazlarından gaflet içindedirler.

6. Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileridir.

7. Hem mâûnu da engellerler.

Yardımlaşmaya Engel Olanlar:

"Hem mâünu da engellerler." buyruğunda geçen mâûn hakkında oniki görüş vardır:

1 Maksat, mal Sarının zekâtıdır. ed-Dahhâk, İbn Abbas'tan böyle rivayet etmiştir. Ali (r.a)'dan da bunun gibi bir

görüş rivayet edilmiştir. Malik de böyie demiştir.

Bundan maksat ise, münafıkın zekâtı engellediğidir. Ebu Bekr b. Abdu'lAziz, Malikten şöyle dediğini rivayet etmiştir, Bana yüce Ailahın: "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline kî! Onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem riyakarlık yapanların ta kendileridir. Hem mâûnu da engellerler" buyruğu hakkında şu açıklamalar ulaşmıştır: Münafık namaz kıldığı vakit riyakârlık olsun diye namaz kılar. Namazını geçirirse bundan dolayı pişmanlık duymaz. "Hem nıâûnu" Aüah'ın kendilerine farz kıldığı zekâtı "da engellerler" demektir.

Zeyd b. Eşlem dedi ki: Eğer zekâtı gizli saklı verebilme imkanı olduğa gibi, namazıda gizli saklı eda etme imkanı bulunsaydı hiçbir şekilde namaz kılmazlardı.

2 "Mâûn", Kureyş^lehçesinde mal demektir. Bu açıklamayı İbn Şihâb ve Said b. el-Müseyyeb yapmıştır.

3 Bu; balta, çömlek, ateş ve buna benzer evde kullanılan, birtakım ihtiyaç duyulan eşyanın hepsi hakkında kullanılan genel bir isimdir. Bu açıklamayı İbn Mesud yapmıştır. İlin Abbas'tan da bu görüş rivayet edilmiştir, el-A'şâ dedi ki:

"Onların semaları bulutlanmayacak olursa,

Mâûnıı (suyu ve yağmuru) ile (Fırat'ın suları) ondan daha cömert değildir."

4 ez-Zeccac, Ebu Ubeyd ve eJMüberred'in naklettiklerine göre mâûn, cahiliye döneminde faydalı olan her şeydir. Balta, tencere, kova, çakmaktaşı ve az çok faydalı olan herbir şey demektir. Bunlar ayrıca el-A'şa'nın (yukarıdaki) beyi tini zikretmişler ve şöyle demişlerdir: İslâm döneminde İse mâûn itaat ve zekâttır. Buna delil olarak da erRâî'nin şu beyitlerini zikretmişlerdir:

"Ey Rahman'ın halifesi! Biz öyle bir topluluğuz ki

HanifLeriz, sabah akçam secde ederiz,

Öyle Araplarız ki, yüce Allah'ın bizim mallarımızda

Zekât hakkının bulunduğunu indirilmiş bir hüküm olarak biliriz

Biz hala İslâm üzereyiz, hiçbir zaman maunumuzu

Engellemediğimiz gibi, tehlili (la ilahe illallah demeyi) de zayi etmedik."

Bununla zekân kastetmektedir.

5 Mâûn, iğreti olarak verilen şeyler demektir. Bu açıklama da İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.

6 Maun, insanların kendi aralarında karşılıklı olarak yaptıkları hertürlü maruf (iyilik) demektir. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b ve el-Kelbi yapmıştır.

7 Su ve ottur,

8 Sadece sudur.

el-Ferra dedi ki: Ben Araplardan birisini: Mâûn; su demektir, dediğini duydum ve bana bu hususta şu mısraı okudu:

"Onun bulutu mâûnu (suyu) alabildiğince döker."

9 Maun: Hakkı engellemek demektir. Bu açıklamayı Abdullah b. Ömer yapmıştır.

10 Mallardan sağlanan faydaların kullanılmasıdır. Bu da az demek olan "el-ma'n"den alınmıştır. Bu açıklamayı etTaberî ve İbn Abbas yapmıştır. Kutrub dedi ki: "Mâûn"un asıl anlamı azlıktır. "Ma'n" az şey demektir. Araplar: " Onun az olsun, çok olsun hiçbir şeyi yoktur" derler.

Yüce Allah'ın zekât, sadaka ve bunlara benzer iyilikleri "mâûn" diye adlandırması bunların çok arasından veriien az şeyler oluşundan dolayıdır.

Kimileri de şöyle demiştir: "Mâûn"un aslı (yardımlaşmak anlamındaki): "Mâûnef'den gelmektedir. (Mim1 den sonraki) "elif" (mâûnetin sonundaki) "he" (yuvarlak te)'den bedeldir. Bu açıklamayı el-Cevherî nakletmiştır.

İbnu'lArabi dedi ki: "Mâûn" kelimesi: " Yardım etti, eder" fiilinden ismi mef uldür. "Avn" ise güç, araçlar ve işi kolaylaştırıcı yollarla yardımcı olmak demektir.

11 Mâûn, itaat ve boyun eğmek demektir. el-Ahfeş fasih bedevi bir Araptan şöyle dediğini nakletmişüi: "Biz eğer konaklayacak olursak senin devene, sana "mâûnu" verecek bir iş yapacağım." Bundan kasıt ise, sana boyun eğip, itaat edecek (bir iş yapacağım)dir. Recez vezninde şair şöyle demiştir:

"Sen onların burunlarına halka takıldığını görecek olursan;

Onlar (sana) boyun eğer yahut sana mâûnu verirler (itaat ederler)."

12 Mâûn'un; su, tuz ve ateş gibi engellenmesi helal olmayan şeyler oltluğu da söylenmiştir,. Çünkü Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Engellenmesi helal olmayan şey nedir? Şöyle buyurdu: "Su, ateş ve tuz." Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, suyu anladım, ateş ve tuz da ne oluyor? dedim. Şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Ateş veren kimse sanki bu ateş ile pişirilen her şeyi sadaka olarak vermiş gibidir. Tuz veren bir kimse de sanki bu tuz ile lezzeti yerine geien pişirilmiş bütün yemeği tasadduk etmiş gibidir. Her kim de suyun bulunduğu bir yerde bir yudum su içirecek olursa, altmış canı hürriyetine kavuşturmuş gibidir ve her kim suyun bulunmadığı bir yerde bir yudum su İçirecek olursa, bir kişiye hayat vermiş gibidir. Bir kimseye hayat veren bir kimse ise, bütün insanları hayata kavuşturmuş gibidir, "

Bunu es-Sa'lebi Tefsirinde zikrettiği gibi, İbn Mace de Sünen'inde rivayet etmiştir. Senedinde bir parça gevşeklik vardır. Bu da bu husustaki onikinci görüştür.

el Maverdi dedi ki: Bunun işlemesi kolay fakat Allah'ın ağırlaştırdığı şeylerle mâûnet (yardımcı olmak) anlamına gelme ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İbn Abbas'ın azadlısı İkrime'ye: Herhangi bir eşyayı vermeyen kimseye veyl sözkonusu olur mu? diye soruldu. O: Hayır fakat bu üçünü bir arada yapana veyl olsun! Yani namazı terkedip, riyakarlık yapan ve mâûnu vermeyerek cimrilik gösteren.

Derim ki: Sûrenin münafıklar hakkında olması daha uygun ve onlara daha yakışır. Çünkü bu üç niteliği kendilerinde toplamışlardır; Namazı terketmek, riyakârlık yapmak ve malda cimrilik göstermek. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak pek az anarlar." (en-Nisa, 4/142) Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfaktarım da mutlaka isteksiz yaparlar." (etTevbe, 9/54)

İşte bunlar, onların (münafıkların) halleridir. Bunların gerçek bir müslümanda bulunması uzak bir ihtimaldir. Eğer bir müslumanda bazıları bulunacak olursa, ona da azarın bir parçası ulaşmış olur. Bu da muayyen olarak Lesbit edilebilirse mâûnu men etmek halinde sözkonıısudur, namazı terketme halinde sözkonusu olduğu gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Zaruret hali dışında mâûnu engellemek, mürüvvet açısından çirkin bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

(Mâun Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).


TABERİ TEFSİRİ
MÂUN SURESİ
AYET 7

7 Onlar, başkasına en ufak yardımı esirgerler.

Onlar, insanların, kendilerinde bulunan herhnagi bir şeyden faydalanmalarına engel olurlar.

Âyette zikredilen ve "En ufak yardım" şeklinde tercüme edilen "Mâûn" kelimesinden neyin kasdedildiği hakkında müfessirler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır:

Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Said b. Cübeyr, Katade, Hasan1 Basri, Muhammed b. el-Hanefiyye, Dehhak ve İbni Zeyd, burada zikredilen "Mâûn" kelimesinden maksadın, Allahın farz kıldığı zekat olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Mes´ud, Said b. Iyad, İbrahim en-Nehai, Said b. Cübeyr, Ebu Malik ve Abdullah b. Abbas´tan nakledilen diğer bir görüşe göre "Mâûn" keli´ meşinden maksat, komşulukta bulunma ve emanet olarak eşya vermektir. Abdullah b Mes´ud bunların, balta, keser, kova gibi şeyler olduklarını söylemiştir.

Muhammed b. Ka´b el-Kurezi ise "Mâûn"un iyilikte bulunmak olduğunu söylemiş Said b. el-Müseyyeb ve Zühri ise Mâûn´un, mal demek olduğunu söylemişlerdir. Taberi, Mâûn´un, insanların faydalanacağı herşey şeklinde izah edilmesinin, âyetin genel ifadesine daha uygun düştüğünü söylemiş böylece Mâûn´a engel olanların komşuluğa engel olanları da Allahın, mallarında farz khdiği zekatı vermeyenleri de kapsayacağını söylemiştir.[6]


ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİ

MÂUN SURESİ
AYET 7

107:7 Ve mâûnu menederler. Zekâtı vermezler, yahut kimsenin esirgemeyeceği ödünç gibi cüz'î bir yardımlığı bile sakınır, kimseye bir damla birşey vermek, istemezler. Öyle cimri, öyle pinti olurlar. Böyle olanların zekat vermeyecekleri ise öncelikle anlaşılır.

İşte böyle namaz kılar, dindar görünüp de namazlarından yanılan, mürâîlik, gösteriş yapıp da ufak bir yardımdan bile kaçınan kimselerin bu halleri, dinsizin dini yalanlamasından değil ise de yetimi kakıştırmasından, fakirlere yardım etmemesinden daha çok şaşmaya değer, yazıklar olsun onlara!

Görülüyor ki Fil Sûresi'nden sonra Kureyş Sûresi bu Mâûn Sûresi ile açıklanarak buradan "veyl" (yazıklar olsun) kelimesi ile lafız bakımından ve "yardımlığı sakınırlar" ile de mânâ yönünden Hümeze Sûresi'nin "İnsanları diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline! O ki mal yığdı, onu saydı durdu. Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanır." (Hümeze, 104/1-3) mefhumuna bağlandıktan ve Fil Sûresi'nde "Görmedin mi?", burada "gördün mü?" hitaplarıyla Peygamber'e "Görmedin mi?" "Gördün ya" diye birer belağatlı uyarma ile tenbih buyurulduktan sonra bunun arkasından Asr Sûresi gibi yukarıki bütün sûrelerin semeresini üç âyette özetleyen ve Kur'ân'ın en veciz sûresi ve bilhassa Duhâ Sûresi'nden beri gelen sûrelerin mefhumu üzerinde hepsinin tamamlayıcısı olan Kevser Sûresi'yle de Muhammed Aleyhisselam'ın şanı, özetin özeti olarak tebliğ edilecek ve anlatılacaktır.


İBN KESİR TEFSİRİ
MÂUN SURESİ
AYET 7

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1 — Dini yalanlayanı gördün mü?

2 — İşte O'dur yetimi şiddetle iten,

3 — Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen,

4 — Vay o namaz kılanların haline,

5 — Ki onlar, kıldıkları namazdan gafildirler.

6 — Ki onlar, gösteriş yaparlar,

7 — Ve zekâtı da men'ederler.

«Ve zekâtı men'ederler.» Yani onlar Rablanna ibâdette iyi davranmadıkları gibi Allah'ın kullarına da iyi davranmazlar. Hattâ emaneten de olsa, kendisinden yararlanılan ve yardım istenilen şeyleri yerine getirmezler. Aynî olarak kendisinde kalan sonra geri iade edilecek olan emânet şeyleri bile güzellikle vermezler. Öyleyse bunlar zekâtı vermezler, muhtelif ibâdetleri yapmazlar. Nitekim İbn Ebu Necîh Mücâhid'den nakleder ki; Hz. Ali ( öj^lil ) kelimesinin zekât anlamına geldiğini söylemiştir. Süddî de Ebu Salih kanalıyla Hz. Ali'den bu rivayeti nakleder. Abdullah İbn Ömer'den de böylece rivayet edilmiştir. Muhammed îbn el-Hanefiyye, Saîd İbn Cübeyr, İkrime, Mücâhid, Atâ, Atıyye el-Avfî, Zührî, Hasan, Katâde ve Dahhâk İbn Zeyd de böyle der.

Hasan el-Basrî der ki: O, namaz kılarsa; gösteriş yapar, namazı geçirirse; bundan rahatsız olmaz, malının zekâtını vermez. Bir başka ifâdede de; malının sadakasını vermez, buyurulur.

Zeyd İbn Eşlem der ki: Bunlar münafıklardır. Açıktan olduğu için namaz kılarlar da, gizli olduğu için zekât vermezler. A'meş ve Şu'be, Hakem kanalıyla Yahya İbn Cezzâr'dan naklettiler ki; Ebu Übeyde; Abdullah İbn Mes'ûd'a ( Ö^Ul ) kelimesini sorduğunda şöyle demiş: Bu, insanların kendi aralarında birbirlerinden emânet aldıkları balta ve kazan gibi şeylerdir. Mes'ûdî... Ebu Ubeyde'den nakleder ki; Abdullah İbn Mes'ûd'a ( öj*lil ) kelimesi sorulduğunda, bu; insanların kendi aralarında birbirlerinden alıp verdikleri; balta, kazan, kova ve benzeri şeylerdir, demiştir.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Muhammed İbn Ubeyd el-Muhâribî... Ebu Abîdeyn'den ve' Sa'd îbn İyâz, Abdullah'tan nakleder ki; o, şöyle demiş: Biz peygamberin ashabı, kendi aramızda ( OjpIİI ) kelimesinin; kendisinden müstağni olunmayan kova, balta ve kazan gibi şeyler olduğunu söylerdik. Hallâd İbn Eşlem... Ebu İshâk'tan nakleder ki; o, şöyle demiştir: Ben, Kâ'b îbn İyâz'm peygamberin ashabından naklen böyle dediğini işittim. A'meş, İbrâhîm kanalıyla... Abdullah'tan nakleder ki; ona ( jjlİl J sorulduğunda, insanların birbirlerinden emânet aldıkları kova, balta ve benzeri şeylerdir, demiş.

îbn Cerîr Taberî der ki: Bize Amr İbn Ali... Abdullah'tan nakleder ki; o, şöyle demiş: Biz peygamberle beraber idik ve kendi aramızda ( jjPÜ.1 ) kelimesinin kova ve benzeri şeyleri vermemek olduğunu söylerdik. Bunu Ebu Dâvûd ve Neseî de Kuteybe kanalıyla Ebu Avâne'den aynı isnâdla nakleder. Neseî'nin Abdullah'tan naklettiği lafız şöyledir: Her ma'rûf sadakadır. Biz, peygamberin devrinde iken ( jUl ) kelimesini, kova ve kazan gibi şeylerin emânet alınması anlamına kabul ederdik. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Abdullah'tan nakletti ki: ( ÖjpIU ) kelimesi; kazan, terazi ve kova gibi emânet alman şeyler anlamınadır.

İbn Ebu Necîh, Mücâhid kanalıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki: «Ve zekâtı da men'ederler.» kavlindeki (zekât diye tercüme ettiğimiz) ( Jylİl ) kelimesi, ev eşyâsıdır. Mücâhid, İbrâhîm en-Nehaî, Saîd İbn Cübeyr, Ebu Mâlik ve başkası bunun emânet kapkacak anlamına geldiğini söylemişlerdir. Veys İbn Ebu Süleym, Mücâhid kanalıyla îbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Ve zekâtı da men'ederler.» âyeti hakkında; bunun bahsettiği kişiler henüz gelmemiştir, demiştir. Avfî, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Ve zekâtı da men'ederler.)) kavli hakkında şöyle demiştir: Bu kelimede insanlar ihtilâf ettiler. Kimisi; zekâtı men'ederler, diye mânâ verirken, kimileri de; itaati men'ederler, anlamını vermişlerdir. Bunu İbn Cerîr Taberî rivayet eder. Sonra Ya'kûb İbn İbrâhîm kanalıyla... Hz. Ali'den nakledilir ki; ( Cje\i\ ) kelimesi, insanlara balta, kazan ve kova gibi şeyleri vermektir. İkrime der ki: ( OpIU ) en üst sınırı malın zekâtı, en alt sınırı da kalbur, elek, kova ve iğne gibi şeyler anlamınadır. Bunu İbn Ebu Hatim de rivayet eder. İkrime'nin söylediği bu söz güzeldir, çünkü bütün sözleri içerir ve hepsi de bir tek şeyde toplanır ki bu; bir mal veya yarar sağlayacak şeyde yardımlaşmayı terketmektir. Bu sebeple Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî: «Ve zekâtı da men'ederler.» kavline; ma'rufu men'ederler, anlamını vermiştir. Ve bu sebeple hadîste; her ma'rûf sadakadır, diye vârid olmuştur. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc... Zührî'den nakletti ki, bu âyetteki ( jjplU ) kelimesi; Kureyş dilinde mal, demektir. İbn Ebu Hatim burada isnadı ve metni garîb ve acâyib bir hadîs rivayet eder ve der ki: Bize babam ve,Ebu Zür'a... Kurrâ en-Nimyerî'den nakletti ki, onlar Rasûlullah (s.a.)a elçi olarak gelmişler ve; ey Allah'ın Rasûlü, bize ne ahdedersin? demişler. Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Zekâtı engellemeyin. Onlar; ey Allah'ın Rasûlü ( j*plil ) da ne demektir? demişler. Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Taş, demir ve su. Onlar; demir de ne? deyince, kazanlarınız bakırdandır. Baltalar demirdir, buyurmuş. Onlar; taş nedir? deyince Rasûlullah (s.a.); kazanlarınız taştandır, buyurmuş. Bu hadîs gerçekten garîbtir, Peygambere ulaştırılması münkerdir, isnadında bilinmeyen kişiler vardır. Allah en iyisini bilendir. İbn el-Esîr sahabenin hal tercümesi bahsinde Ali en-Nimyerî'den nakleder ki; îbn Kani' kendi senediyle... Ali İbn Fâlân en-Nimyerî'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu işittim, demiş: MüsIüman müslümanın kardeşidir. Onunla karşılaşınca onu selâmla ağırlar ve ona daha iyi karşılıkla karşılık verir ve sonra da ( j^Ui )u men'etmez. Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü, ( O^lil ) da ne oluyor? Buyurdu ki: Taş, demir ve buna benzer şeyler.


İBN KESİR TEFSİRİ
MÂUN SURESİ
AYET 7

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ
أَيْ لَا أَحْسَنُوا عِبَادَة رَبّهمْ وَلَا أَحْسَنُوا إِلَى خَلْقه حَتَّى وَلَا بِإِعَارَةِ مَا يُنْتَفَع بِهِ وَيُسْتَعَان بِهِ مَعَ بَقَاء عَيْنه وَرُجُوعه إِلَيْهِمْ فَهَؤُلَاءِ لِمَنْعِ الزَّكَاة وَأَنْوَاع الْقُرُبَات أَوْلَى وَأَوْلَى وَقَدْ قَالَ اِبْن أَبِي نَجِيح عَنْ مُجَاهِد قَالَ عَلِيّ الْمَاعُون الزَّكَاة وَكَذَا رَوَاهُ السُّدِّيّ عَنْ أَبِي صَالِح عَنْ عَلِيّ وَكَذَا رُوِيَ مِنْ غَيْر وَجْه عَنْ اِبْن عُمَر وَبِهِ يَقُول مُحَمَّد بْن الْحَنَفِيَّة وَسَعِيد بْن جُبَيْر وَعِكْرِمَة وَمُجَاهِد وَعَطَاء وَعَطِيَّة الْعَوْفِيّ وَالزُّهْرِيّ وَالْحَسَن وَقَتَادَة وَالضَّحَّاك وَابْن زَيْد قَالَ الْحَسَن الْبَصْرِيّ إِنْ صَلَّى رَاءَى وَإِنْ فَاتَتْهُ لَمْ يَأْس عَلَيْهَا وَيَمْنَع زَكَاة مَاله وَفِي لَفْظ صَدَقَة مَاله وَقَالَ زَيْد بْن أَسْلَمَ هُمْ الْمُنَافِقُونَ ظَهَرَتْ الصَّلَاة فَصَلَّوْهَا وَخَفِيَتْ الزَّكَاة فَمَنَعُوهَا . وَقَالَ الْأَعْمَش وَشُعْبَة عَنْ الْحَكَم عَنْ يَحْيَى بْن الْخَرَّاز أَنَّ أَبَا الْعُبَيْدَيْنِ سَأَلَ عَبْد اللَّه بْن مَسْعُود عَنْ الْمَاعُون فَقَالَ هُوَ مَا يَتَعَاوَرهُ النَّاس بَيْنهمْ مِنْ الْفَأْس وَالْقِدْر وَقَالَ الْمَسْعُودِيّ عَنْ سَلَمَة بْن كُهَيْلٍ عَنْ أَبِي الْعُبَيْدَيْنِ أَنَّهُ سَأَلَ اِبْن مَسْعُود عَنْ الْمَاعُون فَقَالَ هُوَ مَا يَتَعَاطَاهُ النَّاس بَيْنهمْ مِنْ الْفَأْس وَالْقِدْر وَالدَّلْو وَأَشْبَاه ذَلِكَ . وَقَالَ اِبْن جَرِير حَدَّثَنِي مُحَمَّد بْن زَيْد الْمُحَارِبِيّ حَدَّثَنَا أَبُو الْأَحْوَص عَنْ أَبِي إِسْحَاق عَنْ أَبِي الْعُبَيْدَيْنِ وَسَعِيد بْن عِيَاض عَنْ عَبْد اللَّه قَالَ كُنَّا أَصْحَاب مُحَمَّد صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَتَحَدَّث أَنَّ الْمَاعُون الدَّلْو وَالْفَأْس وَالْقِدْر لَا يُسْتَغْنَى عَنْهُنَّ وَحَدَّثَنَا خَلَّاد بْن أَسْلَمَ أَخْبَرَنَا النَّضْر بْن شُمَيْل أَخْبَرَنَا شُعْبَة عَنْ أَبِي إِسْحَاق قَالَ سَمِعْت سَعْد بْن عِيَاض يُحَدِّث عَنْ أَصْحَاب النَّبِيّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِثْله . وَقَالَ الْأَعْمَش عَنْ إِبْرَاهِيم عَنْ الْحَارِث بْن سُوَيْد عَنْ عَبْد اللَّه أَنَّهُ سُئِلَ عَنْ الْمَاعُون فَقَالَ مَا يَتَعَاوَرهُ النَّاس بَيْنهمْ الْفَأْس وَالدَّلْو وَشِبْهه. وَقَالَ اِبْن جَرِير حَدَّثَنَا عَمْرو بْن عَلِيّ الْفَلَّاس حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ الطَّيَالِسِيّ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَة عَنْ عَاصِم بْن بَهْدَلَة عَنْ أَبِي وَائِل عَنْ عَبْد اللَّه قَالَ كُنَّا مَعَ نَبِيّنَا صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ نَقُول الْمَاعُون مَعَ الدَّلْو وَأَشْبَاه ذَلِكَ . وَقَدْ رَوَاهُ أَبُو دَاوُدَ وَالنَّسَائِيّ عَنْ قُتَيْبَة عَنْ أَبِي عَوَانَة بِإِسْنَادِهِ نَحْوه وَلَفْظ النَّسَائِيّ عَنْ عَبْد اللَّه قَالَ : كُلّ مَعْرُوف صَدَقَة وَكُنَّا نَعُدّ الْمَاعُون عَلَى عَهْد رَسُول اللَّه صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَارِيَة الدَّلْو وَالْقِدْر وَقَالَ اِبْن أَبِي حَاتِم حَدَّثَنَا أَبِي حَدَّثَنَا عَفَّان حَدَّثَنَا حَمَّاد بْن سَلَمَة عَنْ عَاصِم عَنْ زِرّ عَنْ عَبْد اللَّه قَالَ : الْمَاعُون الْعَوَارِيّ الْقِدْر وَالْمِيزَان وَالدَّلْو وَقَالَ اِبْن أَبِي نَجِيح عَنْ مُجَاهِد عَنْ اِبْن عَبَّاس" وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُون " يَعْنِي مَتَاع الْبَيْت وَكَذَا قَالَ مُجَاهِد وَإِبْرَاهِيم النَّخَعِيّ وَسَعِيد بْن جُبَيْر وَأَبُو مَالِك وَغَيْر وَاحِد إِنَّهَا الْعَارِيَة لِلْأَمْتِعَةِ وَقَالَ لَيْث بْن أَبِي سُلَيْم وَمُجَاهِد عَنْ اِبْن عَبَّاس " وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُون" قَالَ لَمْ يَجِيء أَهْلهَا بَعْد وَقَالَ الْعَوْفِيّ عَنْ اِبْن عَبَّاس " وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُون " قَالَ اِخْتَلَفَ النَّاس فِي ذَلِكَ فَمِنْهُمْ مَنْ قَالَ يَمْنَعُونَ الزَّكَاة وَمِنْهُمْ مَنْ قَالَ يَمْنَعُونَ الطَّاعَة وَمِنْهُمْ مَنْ قَالَ يَمْنَعُونَ الْعَارِيَة رَوَاهُ اِبْن جَرِير ثُمَّ رُوِيَ عَنْ يَعْقُوب بْن إِبْرَاهِيم عَنْ اِبْن عُلَيَّة عَنْ لَيْث بْن أَبِي سُلَيْم عَنْ أَبِي إِسْحَاق عَنْ الْحَارِث عَنْ عَلِيّ : الْمَاعُون مَنْع النَّاس الْفَأْس وَالْقِدْر وَالدَّلْو وَقَالَ عِكْرِمَة رَأْس الْمَاعُون زَكَاة الْمَال وَأَدْنَاهُ الْمُنْخُل وَالدَّلْو وَالْإِبْرَة رَوَاهُ اِبْن أَبَى حَاتِم وَهَذَا الَّذِي قَالَهُ عِكْرِمَة حَسَن فَإِنَّهُ يَشْمَل الْأَقْوَال كُلّهَا وَتَرْجِع كُلّهَا إِلَى شَيْء وَاحِد هُوَ تَرْك الْمُعَاوَنَة بِمَالٍ أَوْ مَنْفَعَة وَلِهَذَا قَالَ مُحَمَّد بْن كَعْب " وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُون " قَالَ الْمَعْرُوف وَلِهَذَا جَاءَ فِي الْحَدِيث " كُلّ مَعْرُوف صَدَقَة " وَقَالَ اِبْن أَبِي حَاتِم حَدَّثَنَا أَبُو سَعِيد الْأَشَجّ حَدَّثَنَا وَكِيع عَنْ اِبْن أَبِي ذِئْب عَنْ الزُّهْرِيّ" وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُون " قَالَ بِلِسَانِ قُرَيْش الْمَال . وَرَوَى هَهُنَا حَدِيثًا غَرِيبًا عَجِيبًا فِي إِسْنَاده وَمَتْنه فَقَالَ حَدَّثَنَا أَبِي وَأَبُو زُرْعَة قَالَا حَدَّثَنَا قَيْس بْن حَفْص الدَّارِمِيّ حَدَّثَنَا دَلْهَم بْن دُهَيْم الْعِجْلِيّ حَدَّثَنَا عَائِذ بْن رَبِيعَة النُّمَيْرِيّ حَدَّثَنِي قُرَّة بْن دُعْمُوص النُّمَيْرِيّ أَنَّهُمْ وَفَدُوا عَلَى رَسُول اللَّه صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا يَا رَسُول اللَّه مَا تَعْهَد إِلَيْنَا قَالَ " لَا تَمْنَعُونَ الْمَاعُون " قَالُوا يَا رَسُول اللَّه وَمَا الْمَاعُون ؟ قَالَ " فِي الْحَجَر وَفِي الْحَدِيدَة وَفِي الْمَاء " قَالُوا فَأَيّ الْحَدِيدَة ؟ قَالَ " قُدُوركُمْ النُّحَاس وَحَدِيد الْفَأْس الَّذِي تَمْتَهِنُونَ بِهِ " قَالُوا مَا الْحَجَر ؟ قَالَ " قُدُوركُمْ الْحِجَارَة " غَرِيب جِدًّا وَرَفْعه مُنْكَر وَفِي إِسْنَاده مَنْ لَا يُعْرَف وَاَللَّه أَعْلَم . وَقَدْ ذَكَرَ اِبْن الْأَثِير فِي الصَّحَابَة تَرْجَمَة عَلِيّ النُّمَيْرِيّ فَقَالَ رَوَى اِبْن مَانِع بِسَنَدِهِ إِلَى عَامِر بْن رَبِيعَة بْن قَيْس النُّمَيْرِيّ عَنْ عَلِيّ بْن فُلَان النُّمَيْرِيّ سَمِعْت رَسُول اللَّه صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُول " الْمُسْلِم أَخُو الْمُسْلِم إِذَا لَقِيَهُ جَاءَ بِالسَّلَامِ وَيَرُدّ عَلَيْهِ مَا هُوَ خَيْر مِنْهُ لَا يَمْنَع الْمَاعُون " قُلْت يَا رَسُول اللَّه مَا الْمَاعُون ؟ قَالَ " الْحَجَر وَالْحَدِيد وَأَشْبَاه ذَلِكَ " اللَّه أَعْلَم . آخِر تَفْسِير السُّورَة وَلِلَّهِ الْحَمْد وَالْمِنَّة.