Yâ Sîn suresi (Sure 36)

Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:1
Yaa-Seen (Alphabets of Arabic language - Allah and to whomever He reveals, know their precise meanings.)

Elmalılı-orijinal 36:1. Yâsîn.

Elmalılı 36:1 - Yâsîn.

DiyanetMeali 36:1. Ya, Sin.

DiyanetVakfı 36:1. Yâsîn,

Ömer.N.Bilmen 36:1 Yâsîn,

SuatYıldırım 36:1 – Yâ sîn,

İbni Kesir 36:1 Ya, Sin.

Muhammed Esed 36:1 SEN EY insanoğlu! [Dipnot 1]
[Dipnot 1] Bazı klasik müfessirler, bu surenin başındaki y-s harflerinin (yâ-sîn şeklinde okunur), Kur’an surelerinin bir çoğunun başındaki esrarlı harf-semboller (el-mukatta‘ât) kategorisine girdiği (bkz. Ek II) görüşünü savunurken, Abdullah b. ‘Abbâs, bu harflerin aslında iki farklı kelimeyi, yani nidâ edatı olan Yâ (“Ey”) ile Tayy kabilesi lehçesinde insan ile eş anlamlı kullanılan sîn kelimesini temsil ettiğini, dolayısıyla, 20. suredeki tâ-hâ hecelerine benzer şekilde, yâ-sîn'in “Sen ey insanoğlu” anlamına geldiğini ifade eder. Bu yorum, ‘İkrime, Dehhâk, Hasan Basrî, Sa‘îd b. Cubeyr ve diğer bazı ilk dönem Kur’an müfessirleri tarafından da benimsenmiştir (bkz. Taberî, Beğavî, Zemahşerî, Beydâvî, İbni Kesîr vb.). Zemahşerî'ye göre Tayy kabilesinin hitaplarda kullandığı sîn hecesi, insan'ın tasğîr (küçültme) hali olan uneysîn'in kısaltılmış şeklidir. (Burada, klasik Arapça'da küçültme halinin, genelde sevgi ve şefkat ifade ettiğini unutmamalıyız: sözgelimi, yâ buneyye hitabı, “Ey benim küçük oğlum” anlamından çok, yaşı ne olursa olsun, “Ey benim sevgili oğlum” anlamına gelir). Sonuç olarak yâ-sîn kelimelerinin, surenin devamında açıkça muhatab alınan Allah'ın Elçisi Muhammed (s)'i kasdettiği ve -Kur’an'ın sıkça yaptığı gibi- o'nun ve yakın arkadaşlarının beşer olma özelliklerini vurgulamayı amaçladığı söylenebilir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:2
By oath of the wise Qur'an.

Elmalılı-orijinal 36:2. Hikmetli Kur'anın hakkı için

Elmalılı 36:2-3 - Ey Muhammed! Hikmetli Kur'ân'a andolsun ki, sen risâlet görevi

DiyanetMeali 36:2-4. Kuran'ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.

DiyanetVakfı 36:2. Hikmet dolu Kur'an hakkı için,

Ömer.N.Bilmen 36:2-3 Kur'an-ı Hakim'e yemin ederim. Şüphe yok ki, sen, elbette (Peygamber) gönderilmiş olanlardansın.

SuatYıldırım 36:2 – Hikmetli Kur’ân’a andolsun:

İbni Kesir 36:2 Kur'an-ı Hakim'e andolsun ki;

Muhammed Esed 36:2 Düşün bu hikmetle dolu Kur’an'ı:


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:3
You (O dear Prophet Mohammed - peace and blessings be upon him) are indeed one of the Noble Messengers.

Elmalılı-orijinal 36:3. Emîn ol ki sen o risaletle gönderilen Peygamberlerdensin

Elmalılı 36:2-3 - Ey Muhammed! Hikmetli Kur'ân'a andolsun ki, sen risâlet görevi

DiyanetMeali 36:2-4. Kuran'ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.

DiyanetVakfı 36:3. Sen şüphesiz peygamberlerdensin.

Ömer.N.Bilmen 36:2-3 Kur'an-ı Hakim'e yemin ederim. Şüphe yok ki, sen, elbette (Peygamber) gönderilmiş olanlardansın.

SuatYıldırım 36:3 – Sen elbette gönderilen resullerdensin.

İbni Kesir 36:3 Sen, elbette gönderilmiş peygamberlerdensin,

Muhammed Esed 36:3 Gerçek şu ki, sen Allah'ın elçilerinden birisin, [Dipnot 2]
[Dipnot 2] Bu ifade, önceki ayetin girişindeki ve tenbih edatının (burada “Düşün” diye çevrilmiştir) bir açıklamasıdır -yani: “Kur’an'daki bariz hikmet, senin Allah'ın bir elçisi olduğun gerçeğinin kanıtıdır.” El-Kur’ânu'l-Hakîm'in “hikmetle dolu bu Kur’an” şeklinde çevrilmesi konusunda bkz. 10:1 ile ilgili not 2. [10:1 not 2: Canlı bir varlığı nitelediği zaman “hakîm” sözcüğüyle çevirilmesi mümkün olan hikmet terimi burada hikmet taşıyan, hikmet bildiren şey ya da vasıta anlamına geliyor. Bazı klasik müfessirler (Taberî gibi) burada sözü geçen “ilahî kitap”tan kasdın bir bütün olarak Kur’ân olduğu görüşündeyken, diğerleri (Zemahşerî gibi) bununla özellikle bu surenin işaret edilmiş olduğu görüşündedirler. Sonraki ayetler gözönünde bulundurulacak olursa, ilk görüş bize daha tercihe şayan görünüyor.]


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:4
On the Straight Path.

Elmalılı-orijinal 36:4. Bir sıratı müstakîm üzerindesin

Elmalılı 36:4 - Dosdoğru bir yol üzerindesin.

DiyanetMeali 36:2-4. Kuran'ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.

DiyanetVakfı 36:4. Doğru yol üzerindesin.

Ömer.N.Bilmen 36:4 Bir istikametli yol üzere bulunmaktasın.

SuatYıldırım 36:4 – Dosdoğru yol üzerindesin.

İbni Kesir 36:4 Sırat-ı Müstakim üzere.

Muhammed Esed 36:4 dosdoğru bir yol üzeresin,


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:5
(The Qur'an is) Sent down by the Almighty, the Most Merciful.

Elmalılı-orijinal 36:5. Tenziliyle o azîz rahîmin

Elmalılı 36:5-6 - Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği (Kur'ân) ile korkutasın.

DiyanetMeali 36:5-6. Bu, babaları uyarılmadığından gafil kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allah'ın indirdiği Kuran'dır.

DiyanetVakfı 36:5. (Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.

Ömer.N.Bilmen 36:5 (O Kur'an) Rahîm olan Allah Teâlâ tarafından indirilmiştir.

SuatYıldırım 36:5-6 – O, azîz ve rahîmden indirilen bir tenzil olup, ataları uyarılmamış, hâliyle, kendileri de gaflette giden, bir topluluğu uyarmak için gönderilmişsin.

İbni Kesir 36:5 Bu; Aziz, Rahim'in indirmesidir.

Muhammed Esed 36:5 Kudret Sahibi ve Rahmet Kaynağı'ndan indirilmiş olan[ın sayesinde], [Dipnot 3]
[Dipnot 3] Karş. 34:50 -“Eğer doğru yoldaysam, bu, Rabbimin bana vahyi sayesindedir”.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:6
So that you may warn these people whose ancestors were not warned, they are therefore unaware.

Elmalılı-orijinal 36:6. İnzar edesin: vehameti haber veresin diye bir kavme babalar inzar edilmedi de haberleri de yok gafiller

Elmalılı 36:5-6 - Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği (Kur'ân) ile korkutasın.

DiyanetMeali 36:5-6. Bu, babaları uyarılmadığından gafil kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allah'ın indirdiği Kuran'dır.

DiyanetVakfı 36:6. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.

Ömer.N.Bilmen 36:6 Tâ ki, bir kavmi korkutasın ki, onların ataları korkutulmamıştır. Artık onlar gâfil kimselerdir.

SuatYıldırım 36:5-6 – O, azîz ve rahîmden indirilen bir tenzil olup, ataları uyarılmamış, hâliyle, kendileri de gaflette giden, bir topluluğu uyarmak için gönderilmişsin.

İbni Kesir 36:6 Babaları uyarılmadığından gaflet içinde kalmış bir kavmi uyarman için.

Muhammed Esed 36:6 ataları uyarılmamış ve bu nedenle kendileri [doğru ile eğrinin ne olduğundan] habersiz kalmış bulunan [Dipnot 4] insanları uyarasın diye [sana indirilmiş olanın] (sayesinde).
[Dipnot 4] Karş. 6:131-132. Bu ifadenin daha geniş yorumuyla “atalar”, bir toplumun kültürel geçmişini anlatan bir mecaz olarak görülebilir: bu sebeple “atalar”ının “uyarılmamış” olmalarından (yani şeytana karşı) söz edilmesi, doğru ahlakî değerlerden uzaklaşmış olan halkın devraldığı etik mirasın çürümüşlüğüne işarettir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:7
Undoubtedly, it (their disbelief) has proved true for most of them, so they will not believe.

Elmalılı-orijinal 36:7. Celâlim hakkı için daha çoklarına karşı söz hakkolmuştur da onlar iymana gelmezler

Elmalılı 36:7 - Andolsun ki onların çoğunun üzerine azab sözü hak olmuştur. Onlar imana gelmezler.

DiyanetMeali 36:7. And olsun ki, hüküm çoğunun aleyhine gerçekleşmiştir, bunun için artık inanmazlar.

DiyanetVakfı 36:7. Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

Ömer.N.Bilmen 36:7 Andolsun ki, onların birçokları üzerine o söz (o azap emri) hak olmuştur. Artık onlar imân etmezler.

SuatYıldırım 36:7 – Onların çoğunun hakkında ilahî hüküm hak olarak kesinleşti. Artık imân etmezler onlar...

İbni Kesir 36:7 Andolsun ki; onların, çoğunun üzerine, söz hak olmuştur. Onlar, artık iman etmezler.

Muhammed Esed 36:7 Onların çoğuna karşı [Allah'ın gazap] sözü mutlaka gerçekleşecektir: [Dipnot 5] çünkü onlar iman etmezler.
[Dipnot 5] Lafzen, “doğru çıkmıştır”. Geçmiş zaman kipi, onun “doğru çıkması”nın, yani gerçekleşmesinin kaçınılmazlığını gösterir. (Bu kaçınılmazlığı Türkçe'de gelecek zaman kipi ile daha iyi verebildiğimiz için ayetin orijinal Arapça metindeki geçmiş zaman ve İngilizce mealdeki geniş zaman kipine karşılık Türkçe tercümesinde gelecek zaman tercih edilmiştir -T.ç.n.)


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:8
We have indeed put shackles around their necks reaching up to the chins, so they remain facing upwards.

Elmalılı-orijinal 36:8. Çünkü biz onların boyunlarına kelepçekler geçirmişiz, onlar çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı gözleri aşağı somurtmaktadırlar

Elmalılı 36:8 - Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.

DiyanetMeali 36:8. Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.

DiyanetVakfı 36:8. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.

Ömer.N.Bilmen 36:8 Şüphe yok ki, Biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişizdir, tâ ki onların çenelerine kadar dayanmıştır. Artık onlar başları yukarı kaldırılmış, gözleri aşağıya çevrilmiş kimselerdir, bir şey görüp anlayamazlar.

SuatYıldırım 36:8 – Boyunlarına öyle boyunduruklar koyduk ki onlar çenelerine dayanmaktadır. Boyunları yukarı, çeneleri kalkık, gözleri havada bir durumdadırlar.

İbni Kesir 36:8 Doğrusu Biz; onların boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkaları geçirdik. Bunun için artık başları yukarı kalkıktır.

Muhammed Esed 36:8 Onların boyunlarına çenelerine kadar uzayan demir halkalar geçirdik ki[Dipnot 6] kafalarını dik tutmak zorunda kalsınlar; [Dipnot 7]
[Dipnot 6] Zemahşerî: “[Bu,] onların hakikati bilinçli şekilde inkar etmelerinin temsîlî ifadesidir.” Bkz. 13:5'e ilişkin not 13 ve 34:33'e ilişkin not 44.

[Dipnot 7] Zımnen, “ve doğru yolu göremesinler” (Râzî); onların “başlarını dik tutmaları”, aynı zamanda küstahça böbürlenmelerini de simgeler. Diğer taraftan, Allah'ın günahkarların boyunlarına “demir halkalar geçirmesi”, 2:7'de sözü edilen ve buna ilişkin 7. notta açıklanan “onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemesi”ne benzer bir mecazdır. Bir sonraki ayette zikredilen “set” ve “perde” mecazları için de aynı şey söylenebilir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:9
And We have set a wall before them and a wall behind them, and covered the top - so they are unable to see anything.

Elmalılı-orijinal 36:9. Hem önlerinden bir sedd ve arkalarından bir sedd çekmişiz, kendilerini sarmışızdır da baksalar da görmezler

Elmalılı 36:9 - Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler.

DiyanetMeali 36:9. Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık göremezler.

DiyanetVakfı 36:9. Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.

Ömer.N.Bilmen 36:9 Ve Biz onların önlerinde bir sed ve arkalarında bir sed vücuda getirdik, öylece onları sarıverdik. Artık onlar göremezler.

SuatYıldırım 36:9 – Hem önlerinden hem arkalarından bir set yaparak, öylesine çepeçevre sardık ki,artık hiç göremezler onlar...

İbni Kesir 36:9 Önlerinden bir sed ve arkalarından da bir sed çekmişizdir. Gözlerini perdelemişizdir. Bu yüzden artık göremezler.

Muhammed Esed 36:9 önlerine ve arkalarına setler çektik [Dipnot 8] ve göremesinler diye üzerlerine perdeler geçirdik:
[Dipnot 8] Yani, “böylece ne ileri gidebilirler, ne de geri gelebilirler”: ruhsal durgunluğu, durağanlığı anlatan bir mecaz.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:10
And it is the same for them, whether you warn them or do not warn them - they will not believe.

Elmalılı-orijinal 36:10. Ve onlarca müsavidir: ha inzar etmişin kendilerini ha etmemişin; inanmazlar

Elmalılı 36:10 - Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.

DiyanetMeali 36:10. Onları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar.

DiyanetVakfı 36:10. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

Ömer.N.Bilmen 36:10 Ve onları korkutmuş olsan da, korkutmasan da onlara karşı müsavîdir, imân etmezler.

SuatYıldırım 36:10 – Kendilerine müsavidir: ha uyardın onları, ha uyarmadın, artık iman etmezler onlar...

İbni Kesir 36:10 Onları ister korkut, ister korkutma; onlar için birdir, iman etmezler.

Muhammed Esed 36:10 artık onları uyarsan da uyarmasan da onlarca birdir: inanmazlar.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:11
You warn only him who follows the advice and fears the Most Gracious without seeing; therefore give him glad tidings of forgiveness and an honourable reward.

Elmalılı-orijinal 36:11. Ancak zikri ta'kıyb eden ve gaybde rahmana haşyet besliyen kimseyi sakındırırsın, işte onu hem bir mağrifetle hem bir ecri kerîm ile müjdele

Elmalılı 36:11 - Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.

DiyanetMeali 36:11. Sen ancak, Kuran'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi, bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele.

DiyanetVakfı 36:11. Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.

Ömer.N.Bilmen 36:11 Sen ancak zikre tâbi ve Rahmân'dan daha görmeksizin korkan kimseyi korkutursun. Artık onu bir yarlığanma ile ve pek şerefli bir mükâfaat ile müjdele.

SuatYıldırım 36:11 – Sen ey Resulüm, şu kimseyi uyar: İrşâda can kulağıyla tâbi olur, görmediği Rahman’a saygı duyup O’ndan çekinir. Müjdele onu: Mağfiret onun, şerefli mükâfat onun...

İbni Kesir 36:11 Sen, ancak zikre ittiba eden ve görmeden Rahman'dan korkanı uyarırsın. Artık ona mağfiret ve yüce mükafatı müjdele.

Muhammed Esed 36:11 Sen ancak (ilahî) uyarıyı can kulağıyla dinleyen [Dipnot 9] ve insan kavrayışının ötesinde bulunmasına rağmen Rahmân'dan korkan kişiyi uyarabilirsin: işte böylelerine [Allah'ın] mağfiretini ve en güzel ödülü müjdele!
[Dipnot 9] Lafzen, “uyarının ardından giden”.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:12
We will surely bring the dead to life and We record what they send ahead and the signs they will leave behind; and We have accounted all things in a clear Book.

Elmalılı-orijinal 36:12. Hakıkat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz ve zaten her şey'i açık bir kütükte bir «İmamı Mübîn» de ihsa etmişizdir

Elmalılı 36:12 - Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imam-ı mübin"de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.

DiyanetMeali 36:12. Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herşeyi, apaçık bir kitabda saymışızdır.*

DiyanetVakfı 36:12. Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) sayıp yazmışızdır.

Ömer.N.Bilmen 36:12 Şüphe yok ki, Biz ölüleri diriltiriz ve onların önden göndermiş olduklarını ve eserlerini yazarız. Ve zâten herşeyi pek apaçık bildiren bir Levh-i Mahfuz'da zabtetmişizdir.

SuatYıldırım 36:12 – Ölüleri diriltecek Biz’iz.Yaptıkları her şeyi ve bütün izlerini bir bir kaydeden Biz’iz.Velhasıl her bir şeyi, apaçık bir kitap’ta sayıp döken Biz’iz.

İbni Kesir 36:12 Şüphesiz ki ölüleri, Biz diriltiriz Biz. İşlediklerini ve geride bıraktıklarını Biz yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitabda saymışızdır.

Muhammed Esed 36:12 Gerçek şu ki Biz, ölüyü yeniden hayata döndüreceğiz ve onların gelecek için yaptıkları her türlü [eylemi] ve geride bıraktıkları bütün [iyi ve kötü] izleri kayda geçireceğiz: zira biz, her şeyin apaçık kaydını tutarız.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:13
And relate to them the signs of the people of the city - when two emissaries came to them.

Elmalılı-orijinal 36:13. Ve onlara, o karye sahiblerini temsil getir, o dem ki ona o gönderilen Resuller varmıştı

Elmalılı 36:13 - Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.

DiyanetMeali 36:13. İnsanlara, halkına elçiler gelen şehri mesel olarak anlat:

DiyanetVakfı 36:13. Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.

Ömer.N.Bilmen 36:13 Ve onlara (o münkirlere) o şehir ahalisini bir mesel olarak irâd et. O vakit ki, onlara o gönderilmiş olan elçiler gelmişti.

SuatYıldırım 36:13 – Sen şimdi onlara bir misâl getir:Mâlum şehir halkını, hani onlara da elçiler gelmişti.

İbni Kesir 36:13 Onlara misal olarak şu kasaba halkını anlat: Hani oraya elçiler gelmişlerdi.

Muhammed Esed 36:13 ONLARA, elçilerimizi gönderdiğimiz o şehir halkı[nın hikayesin]i örnek olarak anlat.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:14
When We had sent two towards them and they denied them both, so We fortified them with a third, and they all said, "Indeed we have been sent to you."

Elmalılı-orijinal 36:14. O sıra ki onlara o ikiyi göndermiştik, bunları tekzib ettiler, biz de bir üçüncü ile ızzet (ve kuvvet) verdik de varıp dediler: haberiniz olsun biz sizlere gönderilmiş Resulleriz

Elmalılı 36:14 - Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz." dediler.

DiyanetMeali 36:14. Onlara iki elçi göndermiştik; onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklemiştik. Onlar: "Biz size gönderildik" demişlerdi.

DiyanetVakfı 36:14. İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.

Ömer.N.Bilmen 36:14 O vakit ki, onlara iki (elçiyi) göndermiştik. Hemen onları tekzîp ediverdiler. Sonra bir üçüncü ile kuvvetlendirdik. Dediler ki: «Muhakkak biz sizlere gönderilmiş elçileriz».

SuatYıldırım 36:14 – Evet, iki resul gönderdik onlara,”Yalancı!” dediler onlara.Bunun üzerine, güçlendirdik onları bir üçüncü resulle,Dediler hep birden: “Biz Allah’ın elçileriyiz size!”

İbni Kesir 36:14 Hani onlara iki elçi göndermiştik de bunları yalanlamışlardı. Bunun üzerine Biz de üçüncüsüyle desteklemiştik de: Biz, size gönderilmiş elçileriz, demişlerdi.

Muhammed Esed 36:14 Biz onlara iki [elçi] gönderdik, ikisini de yalanladılar; bunun üzerine [onları], üçüncü biri ile destekledik; ve bu (elçi)ler, “Bakın, biz [Allah tarafından] size gönderildik!” dediler. [Dipnot 10]
[Dipnot 10] Bu tür pasajlarda alışılmış olduğu gibi, müfessirler, bu şehirlerin ve elçilerin “kimliği” konusunda çeşitli spekülasyonlar yapmışlardır. Ancak kıssa, tamamen bir temsîl olarak anlatıldığından, tarihî bir tasvirden çok böyle bir çerçeve içinde anlaşılmalıdır. Bana öyle geliyor ki, burada, Hz. Musa, İsa ve Muhammed (s) tarafından tebliğ edilen ve temelde aynı manevî hakikatleri kapsayan üç büyük tevhid dininin bir temsîli ile karşı karşıyayız. Kıssada zikredilen “şehir” (karye), bana göre, bu üç dinin içinden çıktığı ortak kültürel çevreyi simgelemektedir. İlk iki elçinin birlikte gönderildiğinin belirtilmiş olması, ikisinin öğretilerinin tek ve aynı metin içinde, Kitâb-ı Mukaddes'in Eski Ahid kısmında toplandığına işaret eder. Onların hitab ettikleri kitlenin etik davranışlarını biçimlendirmekte zamanla yetersiz kalmaları üzerine Allah, onları nihaî mesajı, yani insanlığa üçüncü ve son elçi Muhammed (s) tarafından tebliğ edilen mesajı yoluyla “destekledi”.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:15
They said, "You are nothing but mortals like us; the Most Gracious has not sent down anything - you are nothing but liars."

Elmalılı-orijinal 36:15. Siz, dediler: bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz, hem Rahman hiç bir şey indirmedi, siz sırf yalan söylüyorsunuz Elmalılı 36:15 - Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.

DiyanetMeali 36:15. "Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman da bir şey indirmemiştir. Sadece yalan söylüyorsunuz" dediler.

DiyanetVakfı 36:15. Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.

Ömer.N.Bilmen 36:15 (O münkirler de) Dediler ki: «Siz bizim gibi bir insandan başka değilsiniz. Ve Rahmân hiçbir şey indirmedi. Siz, ancak yalan söyleyenlersiniz.»

SuatYıldırım 36:15 – Ahali dedi ki: “Doğrusu Rahman’ın indirdiği bir şey yok!Siz de bizim gibi bir beşersiniz, evet evet... siz sadece yalancısınız!”

İbni Kesir 36:15 Onlar da; siz, ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, size hiç bir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz, demişlerdi.

Muhammed Esed 36:15 [Berikiler]: “Siz de bizim gibi ölümlü insanlarsınız!” diye cevap verdiler, “Ayrıca Rahmân, herhangi bir [vahiy] de göndermiş değil.Siz sadece yalan söylüyorsunuz!” [Dipnot 11]
[Dipnot 11] Karş. 6:91 -“Onlar, ‘Allah insana hiçbir şey vahyetmemiştir’ derken Allah'ı gereği gibi kavramadıklarını göstermişlerdir”. Ayrıca bkz. 34:31 ve ilgili not 38. [34:31 “[Ama] hakikati inkara şartlanmış olanlar, “Biz ne bu Kur’an'a inanırız, ne de önceki vahiylerden bugüne kalanlara!” dediler.” Ve ilgili notu 34:31 not 38: Mâ beyne yedeyhi ifadesinin, Kur’an'a kıyasla “önceki vahiylerden bugüne kalanlar” şeklinde çevrilmesi konusunda bkz. sure 3, not 2. Önceki ve sonraki ifadelerden açıkça anlaşıldığı gibi, vahyin tamamının “hakikati inkara şartlanmış olanlar” tarafından reddedilmesi, bunların öldükten sonra dirilmeye ve Allah'ın yargılamasına inanmamaları ve dolayısıyla, her yüksek inanç sisteminin varsaydığı mutlak ahlakî standartların geçerliliğini kabul etmemelerinden kaynaklanmaktadır.] Gerek yukarıdaki ayet, gerekse bu ikisi, Allah'a “inandıkları”nı düşünen, ancak bu “inanc”ın pratik hayatlarına müdahale etmesine izin vermeyen insanlara hitab etmektedir: onlar dine sadece müphem bir duygusal rol yüklemek ve vahyin objektif gerçekliğini inkar etmek suretiyle, bu tavırlarını haklılaştırmaya çalışırlar -oysa vahiy kavramı, mutlak ahlakî değerlerin Allah tarafından tesisine ve insanın onlara tam teslimiyet ile yükümlü olduğuna işaret eder.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:16
They answered, "Our Lord knows that surely, without doubt, we have been sent towards you."

Elmalılı-orijinal 36:16. Dediler: rabbımız bilir, inanın biz gerçek size gönderilmiş, Resulleriz,

Elmalılı 36:16 - Peygamberler dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz."

DiyanetMeali 36:16-17. Elçiler: "Doğrusu Rabbimiz bizim size gönderildiğimizi bilir; bize düşen ancak apaçık tebliğdir" demişlerdi.

DiyanetVakfı 36:16. (Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

Ömer.N.Bilmen 36:16 (O elçiler de) Dediler ki: «Rabbimiz bilir ki, muhakkak bizler sizin için elbette gönderilmiş elçileriz.»

SuatYıldırım 36:16 – Resuller dediler: “Elbette biliyor Rabbimiz,Size gönderilen elçileriz biz.”

İbni Kesir 36:16 Dediler ki: Rabbımız bilir ki biz, muhakkak size gönderilmiş elçileriz.

Muhammed Esed 36:16 [Elçiler,] “Rabbimiz bilir ki” dediler, “biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz;


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:17
"And our duty is nothing but to plainly convey (the message)."

Elmalılı-orijinal 36:17. açık bir tebliğden ötesi ise bizim üstümüze değil

Elmalılı 36:17 - "Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir."

DiyanetMeali 36:16-17. Elçiler: "Doğrusu Rabbimiz bizim size gönderildiğimizi bilir; bize düşen ancak apaçık tebliğdir" demişlerdi.

DiyanetVakfı 36:17. "Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler.

Ömer.N.Bilmen 36:17 «Bizim üzerimize (teveccüh eden ise) apaçık bir tebliğden başka değildir.»

SuatYıldırım 36:17 – “Açıkça tebliğden başka bir şeyle yükümlü değiliz biz.”

İbni Kesir 36:17 Bize düşen, sadece apaçık tebliğdir.

Muhammed Esed 36:17 Fakat [bize emanet edilen] mesajı size açıkça tebliğ etmekten başka bir şey ile yükümlü değiliz”.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:18
They (the people of the city) said, "We think you are ominous; indeed, if you do not desist, we shall surely stone you to death, and you will surely face a grievous torture at our hands."

Elmalılı-orijinal 36:18. Doğrusu dediler: biz sizinle teşe'üm ettik, yemin ederiz ki vaz geçmezseniz sizi hiç tınmadan recmederiz ve her halde size bizden pek acıklı bir azâb dokunur

Elmalılı 36:18 - Onlar dediler ki: "Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur."

DiyanetMeali 36:18. "Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır" dediler.

DiyanetVakfı 36:18. (Bunun üzerine onlar:) Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler.

Ömer.N.Bilmen 36:18 (O münkirler de) Dediler ki: «Biz sizinle teşe'ümde bulunduk. Andolsun ki, eğer vazgeçmez iseniz elbette sizi taşlayacağız. Ve elbette ki, bizim tarafımızdan size pek acıklı bir azap dokunacaktır.»

SuatYıldırım 36:18 – Ahâli dedi ki: “Uğursuzsunuz siz, şayet vazgeçmezseniz, sizi taşlarız, acı mı acı bir azap size dokundururuz.”

İbni Kesir 36:18 Doğrusu, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Vazgeçmezseniz andolsun ki sizi taşlayacağız. Ve bizden size, elim bir azab dokunacaktır, dediler.

Muhammed Esed 36:18 [Ötekiler,] “Doğrusu,” dediler, “bize uğursuzluk getirdiniz! [Dipnot 12] Eğer bundan vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlayacak ve başınıza bir bela saracağız!”
[Dipnot 12] Tetayyernâ bikum ifadesinin açıklaması için bkz. sure 7, not 95. [sure 7 not 95: Tetayyera bihî ifadesi “ona bir uğursuzluk yakıştırdı”, “uğursuzluğu ondan bildi” anlamına geliyor. Kuşların uçuşlarına -uçuş yönlerine, uçuş biçimlerine- bakarak gelecekten haber vermek ya da kehanette bulunmak İslam öncesi dönemlerde Araplar arasında yaygın bir âdetti. Bundan olacak ki, tâir (uçan şey, kuş) sözcüğü klasik Arapça'da çoğu zaman, iyi ya da kötü her iki yönde “kader, alınyazısı” ya da “talih, kısmet” karşılığı olarak kullanılır. Nitekim, yukarıdaki ayetin sonraki cümlesinde de (“onların [kötü] talihi (ya da kaderi) Allah tarafından [lafzen, “Allah ile”] yazılmıştır”) sözcük bu anlamda kullanılmaktadır. Bu mecazî anlamıyla tâir ya da tayr sözcüğü fiil türevleriyle birlikte şu ayetlerde de geçmektedir: 3:49, 5:110, 17:13, 27:47, 36:18-19.]


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:19
They said, "Your evil omens are with you! What! You get annoyed for being advised? In fact you are a people who transgress the limits!"

Elmalılı-orijinal 36:19. Dediler: sizin şum kuşunuz beraberinizde, ya... nasıhat edilirseniz öyle mi? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavmsınız

Elmalılı 36:19 - Peygamberler de şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz."

DiyanetMeali 36:19. Elçiler: "Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi? Hayır; siz, aşırı giden bir milletsiniz" demişlerdi.

DiyanetVakfı 36:19. Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.

Ömer.N.Bilmen 36:19 (Elçiler de) Dediler ki: «Sizin şeametiniz sizinle beraberdir. Siz öğüt verildiğiniz halde de mi öyle şeamette bulunuyorsunuz? Hayır. Siz müsrifler olan bir kavimsiniz.»

SuatYıldırım 36:19 – Resuller cevap verdiler:”Uğursuzluğunuz sizinle beraber, çünkü siz imânsızsınız, irşâd edildiniz diye mi böyle söylüyorsunuz?Haddi aşan toplumun tekisiniz siz!”

İbni Kesir 36:19 Dediler ki: Uğursuzluğunuz sizinledir. Size öğüt verildi diye mi? Hayır, siz; çok aşırı giden bir kavimsiniz.

Muhammed Esed 36:19 [Elçiler] şöyle cevap verdiler: “Kaderiniz, iyi de kötü de olsa, sizinle birlikte [olacak]tır! [Dipnot 13] [Hakikati] can kulağıyla dinlemeniz isteniyorsa [bu sizce kötü bir şey mi?] Hayır, fakat siz kendinize yazık etmiş bir toplumsunuz!” [Dipnot 14]
[Dipnot 13] 17:13 -“Her insanın kaderini (tâir) kendi boynuna doladık” -ve ilgili not 17.
[Dipnot 14] Müsrifûn (tekili müsrif) kelimesinin bu şekilde [“kendinize yazık etmiş ...”] çevrilmesi konusunda bkz. 10:12'nin son cümlesi ile ilgili not 21. [10:12 not 21: Karş. 6:131-132. Bizim “kendilerine gönderilen peygamberler” diye çevirdiğimiz ifade aslında “onların peygamberleri” şeklindedir. Günahkarların inanmaya yanaşmamaları, orijinal metinde, ve mâ kânû li-yu’minû (ve inanmadılar) ifadesiyle verilmektedir.]


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:20
And from the outermost part of the city came a man running; he said, "O my people! Obey those who have been sent."

Elmalılı-orijinal 36:20. O esnada şehrin tâ ucundan bir er koşarak geldi, ey hemşerilerim: dedi: uyun o gönderilen Resullere

Elmalılı 36:20 - O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: "Ey kavmim! Uyun o elçilere!"

DiyanetMeali 36:20. Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş ve şöyle demişti: "Ey Milletim! Gönderilen elçilere uyun."

DiyanetVakfı 36:20. Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!"

Ömer.N.Bilmen 36:20 O şehrin en uzak bir tarafından bir er, koşar bir halde geldi. Dedi ki: «Ey kavmim! O gönderilmiş olanlara tâbi olun.»

SuatYıldırım 36:20 – Derken... şehrin öte başından, koşarak bir adam geldi ve onlara dedi ki:”N’olur ey kavmim! Gelin siz bu resullere uyun!”

İbni Kesir 36:20 Şehrin ötebaşından bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: Ey kavmim; gönderilmiş bulunan elçilere uyun.

Muhammed Esed 36:20 Kentin en uzak ucundan bir adam koşarak geldi [ve] “Ey kavmim!” dedi, “Bu elçilere uyun!


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:21
"Obey those who do not ask any fee from you, and they are on guidance."

Elmalılı-orijinal 36:21. Uyun sizden bir ecir istemiyen o zatlara ki onlar hidayete irmişlerdir

Elmalılı 36:21 - "Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir."

DiyanetMeali 36:21. "Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar."

DiyanetVakfı 36:21. "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir."

Ömer.N.Bilmen 36:21 «O Zâta tâbi olunuz ki, sizden bir ücret istemiyor. Onlar doğru yola ermiş kimselerdir.»

SuatYıldırım 36:21 – “Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun!”

İbni Kesir 36:21 Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun. Onlar, hidayete erdirilmişlerdir.

Muhammed Esed 36:21 Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:22
"And what is the matter with me that I should not worship Him Who created me, whereas it is towards Him that you are to return?"

Elmalılı-orijinal 36:22. Hem neyime kulluk etmiyeyim ben, o beni yaradana? Hep de döndürülüp ona götürüleceksiniz

Elmalılı 36:22 - "Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz."

DiyanetMeali 36:22. "Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim? Siz de O'na döneceksiniz."

DiyanetVakfı 36:22. "Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz."

Ömer.N.Bilmen 36:22 «Ve bana ne (mani) var ki, beni yaratmış olana ibadette bulunmayayım? Ve halbuki, O'na döndürüleceksiniz.»

SuatYıldırım 36:22 – “Hem ne olmuş ki bana? Neden tapmayayım beni yaratana?Hem sizlerin de dönüşü ancak olacak O’na!”

İbni Kesir 36:22 Ben, beni yaratmış olana neden kulluk etmeyeyim? Siz de O'na döndürüleceksiniz.

Muhammed Esed 36:22 “[Bana gelince,] neden beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah'a kulluk etmeyeyim?


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:23
"What! Shall I appoint Gods other than Allah? So that if the Most Gracious should wish me any harm, their intercession would be of no use to me, nor would they be able to save me?"

Elmalılı-orijinal 36:23. Hiç, ben ondan başka ma'budlar mı tutarım? Eğer o Rahman bana bir keder irâde buyurursa onların şefaati benden yana hiç bir şeye yaramaz ve beni kurtaramazlar

Elmalılı 36:23 - "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar."

DiyanetMeali 36:23. "O'nu bırakıp da tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar."

DiyanetVakfı 36:23. "O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefâati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar."

Ömer.N.Bilmen 36:23 «Ben hiç O'ndan başka tanrılar ittihaz eder miyim ki, eğer o Rahmân benim için bir fenalık irâde buyursa onların şefaatleri benim için bir fâidebahş olamaz ve onlar beni asla (O fenalıktan) kurtaramazlar.»

SuatYıldırım 36:23 – “Hiç O’ndan başka tanrı edinir miyim! Zirâ Rahman bana zarar vermek dilerse, onların şefaati fayda etmez, hem kurtaramazlar da...”

İbni Kesir 36:23 Ben, O'ndan başka tanrılar mı edinirim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek isterse; onların şefaatı bana hiç bir fayda sağlamaz ve beni kurtarmaz da.

Muhammed Esed 36:23 (Neden) O'ndan başka ilahlar edineyim? [O zaman] Rahmân bana bir zarar vermek isterse ne onların şefaati zerre kadar fayda getirir, ne de (bizzat kendileri) beni koruyabilirler:


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:24
"Undoubtedly, I am then in open error."

Elmalılı-orijinal 36:24. Şübhesiz ben o vakıt açık bir dalâl içindeyim

Elmalılı 36:24 - "Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum."

DiyanetMeali 36:24. "Doğrusu o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum."

DiyanetVakfı 36:24. "İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum."

Ömer.N.Bilmen 36:24 «Muhakkak ki, ben o vakit apaçık bir sapıklıkta bulunmuş olurum.»

SuatYıldırım 36:24 – “O durumda ben, besbelli bir sapıklıkta olurum.

İbni Kesir 36:24 O takdirde ben de gerçekten apaçık bir sapıklık içerisinde olurum.

Muhammed Esed 36:24 işte o zaman ben apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:25
"Indeed I have believed in your Lord, so heed me."

Elmalılı-orijinal 36:25. Haberiniz olsun ki ben rabbınıza iyman getirdim, gelin dinleyin beni

Elmalılı 36:25 - "Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni."

DiyanetMeali 36:25. "Şüphesiz ben Rabbinize inandım, beni dinleyin."

DiyanetVakfı 36:25. "Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin."

Ömer.N.Bilmen 36:25 «Şüphe yok ki, ben sizin Rabbinize imân ettim. Artık bunu benden işitiniz.»

SuatYıldırım 36:25 – Amma bakın:Ben Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş olun!”

İbni Kesir 36:25 Şüphesiz ki ben, Rabbınıza inandım. Artık beni dinleyin.

Muhammed Esed 36:25 “[Ey kavmim,] ben sizin Rabbinize iman ediyorum: öyleyse bana kulak verin!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:26
It was said to him, "Enter Paradise"; he said, "If only my people knew!"

Elmalılı-orijinal 36:26. Denildi ki: haydi gir Cennete! ay, dedi, nolurdu kavmın bilselerdi? Rabbım bana ne mağrifet buyurdu

Elmalılı 36:26 - (Sonra ona) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi!"

DiyanetMeali 36:26-27. Ona "Cennete gir" denince, "Keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi!" demişti.

DiyanetVakfı 36:26. Ona: Cennete gir" denilince. "Keşke, dedi, kavmim bilseydi!"

Ömer.N.Bilmen 36:26 (O'na) Denildi ki: «Cennete giriver.» Dedi ki: «Keşke kavmim bilselerdi!»

SuatYıldırım 36:26 – Ona “Buyur cennete gir!” denildi.O ise halkını hatırlayarak: “Ah halkım bir bilseydi!” dedi.

İbni Kesir 36:26 Cennete gir, denilince, dedi ki: Keşki kavmim bilir olsaydı;

Muhammed Esed 36:26 [Ve] ona: “Cennete gir[eceksin]!” denildiğinde [Dipnot 15] “Keşke” dedi, “kavmim bilseydi,
[Dipnot 15] Yani, elçiler tarafından, yahut daha doğrusu, (bu kıssanın temsîlî karakteri dikkate alındığında) kendi sezgisi tarafından. “Kentin en uzak ucundan koşarak gelen” kişinin müdahalesi, kuşkusuz, her dinde bulunan inanmış bir azınlığı ve onların, yoldan sapmış arkadaşlarını, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duymanın insan hayatını boşluktan kurtaracağına inandırmak için giriştikleri ümitsiz ve sonuçsuz çabalarını anlatan bir mecazdır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:27
"The manner in which my Lord has pardoned me and made me of the honoured ones!"

Elmalılı-orijinal 36:27. Beni ikram olunan kullarından kıldı

Elmalılı 36:27 - "Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını."

DiyanetMeali 36:26-27. Ona "Cennete gir" denince, "Keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi!" demişti.

DiyanetVakfı 36:27. "Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını !"

Ömer.N.Bilmen 36:27 «Rabbimin beni mağfirete nâil buyurduğunu ve beni ikram edilmişlerden kıldığını.»

SuatYıldırım 36:27 – “Ah bir bilseler: Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara gark ettiğini!”

İbni Kesir 36:27 Rabbımın beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını.

Muhammed Esed 36:27 Rabbimin beni[m geçmişteki günahlarımı] bağışladığını ve beni saygın kişiler arasına dahil ettiğini!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:28
And after him, We did not send down any army from heaven against his people, nor did We intend to send down an army.

Elmalılı-orijinal 36:28. Arkasından ise kavmının üzerine Semâdan bir ordu indirmedik indirecek de değildik

Elmalılı 36:28 - Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

DiyanetMeali 36:28-29. Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik; zaten indirecek de değildik; sadece tek bir çığlık.. o kadar, hemen sönüp gittiler.

DiyanetVakfı 36:28. Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.

Ömer.N.Bilmen 36:28 Ve onun kavmi üzerine ondan sonra gökten hiçbir ordu indirmedik ve Biz indirecekler de olmadık.

SuatYıldırım 36:28 – Onun vefatından sonra, kavminin üzerine, gökten bir ordu indirmedik, zaten bu âdetimizden de değildi.

İbni Kesir 36:28 Ondan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, zaten indirecek de değildik.

Muhammed Esed 36:28 Ve ondan sonra biz kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirme gereği de duymadık:


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:29
It was just one scream, and with it they were extinguished.

Elmalılı-orijinal 36:29. O yalnız bir sayha oldu derhal sönüverdiler:

Elmalılı 36:29 - Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

DiyanetMeali 36:28-29. Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik; zaten indirecek de değildik; sadece tek bir çığlık.. o kadar, hemen sönüp gittiler.

DiyanetVakfı 36:29. (Onları helâk eden) korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.

Ömer.N.Bilmen 36:29 O bir sayhadan başka olmadı. O anda onlar hemen sönüvermiş kimseler oldular.

SuatYıldırım 36:29 – (Orduya ne lüzum?), bir tek ses yeter! Bir de bakmışsınız: Sönüp kalmışlar...

İbni Kesir 36:29 Sadece, bir tek çığlık oldu. Ve onlar hemen sönüp gittiler.

Muhammed Esed 36:29 hiçbir şey [gerekmiyordu], bir [ceza] çığlığından başka! Ve sonunda sessiz ve hareketsiz bir kül yığınına dönüverdiler.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:30
And it was said, "Woe to those bondmen - whenever a Noble Messenger comes to them, they mock at him!"

Elmalılı-orijinal 36:30. Ey!.. ne hasret o kullara ki kendilerine her gelen Resul ile mutlaka istihzâ ediyorlardı

Elmalılı 36:30 - Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.

DiyanetMeali 36:30. Kullara yazıklar olsun! Kendilerine hangi elçi gelse, onu alaya alıyorlardı.

DiyanetVakfı 36:30. Ne yazık şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de onunla alay etmeye kalkışırlar.

Ömer.N.Bilmen 36:30 Ey o kullar üzerine (teveccüh edecek) hasret! (Tam zamanın). Onlara bir resûl gelmezdi ki illâ istihzâda bulunurlar olmuşlardı.

SuatYıldırım 36:30 – Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her resul ile, mutlaka alay ederlerdi.

İbni Kesir 36:30 Yazıklar olsun o kullara ki; kendilerine bir peygamber gelmeyedursun onu hemen alaya alırlardı.

Muhammed Esed 36:30 AH! YAZIK şu insanlar[ın çoğun]a! [Dipnot 16] Kendilerine hangi elçi geldiyse o'nu alaya aldılar!
[Dipnot 16] Lafzen, “yazıklar olsun şu kullara” (‘ale'l-‘ibâd) -çünkü iyi ya da kötü, bütün insanlar Allah'ın “kulları”dır. Bu ifade, -19:39'da “Pişmanlık Günü” olarak tanımlanan- Hesap Günü'ne ve Kur’an'da defalarca vurgulanan, çoğu insanın hakikatın sesine sağır kalmayı ve böylece kendilerini ruhî körlüğe mahkum etmeyi tercih ettikleri gerçeğine işaret etmektedir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:31
Have they not seen how many generations We destroyed before them, which will not return to them?

Elmalılı-orijinal 36:31. Baksalar a kendilerinden evvel ne kadar karınlar helâk etmişiz, onlar hiç onlara dönüp gelmiyorlar

Elmalılı 36:31 - Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.

DiyanetMeali 36:31. Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?

DiyanetVakfı 36:31. Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler.

Ömer.N.Bilmen 36:31 Görmediler mi ki, onlardan evvel ne kadar kavimleri helâk ettik. Şüphe yok ki onlar, bunlara dönüp gelmiyorlar.

SuatYıldırım 36:31 – Kendilerinden önce nice nesilleri imhâ ettiğimizi, ve onların da kendilerine dönmediğini görmezler miydi?

İbni Kesir 36:31 Görmüyorlar mı ki; kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik. Ve onlar, bir daha kendilerine dönemezler.

Muhammed Esed 36:31 Kendilerinden önce kaç nesli yok ettiğimizi; [ve] bu [yok olup gide]nlerin bir daha onlara [Dipnot 17] dönüp gelemeyeceklerini görmüyorlar mı?

[Dipnot 17] Lafzen, “yazıklar olsun şu kullara” (‘ale'l-‘ibâd) -çünkü iyi ya da kötü, bütün insanlar Allah'ın “kulları”dır. Bu ifade, -19:39'da “Pişmanlık Günü” olarak tanımlanan- Hesap Günü'ne ve Kur’an'da defalarca vurgulanan, çoğu insanın hakikatın sesine sağır kalmayı ve böylece kendilerini ruhî körlüğe mahkum etmeyi tercih ettikleri gerçeğine işaret etmektedir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:32
And without exception, all of them will be brought forth before Us.

Elmalılı-orijinal 36:32. Ancak hepsi toplanıp bizim kıtımıza ihzar edilmişlerdir

Elmalılı 36:32 - Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.

DiyanetMeali 36:32. Hepsi huzurumuza getirileceklerdir.*

DiyanetVakfı 36:32. Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.

Ömer.N.Bilmen 36:32 Ve hepsi de Bizim indimizde (muhasebe için) mecmuan huzura getirilmişlerdir.

SuatYıldırım 36:32 – Hiç kimse hariç kalmamak üzere, hepsi huzurumuza toplanacaklar!

İbni Kesir 36:32 Hepsi de muhakkak toptan huzurumuza getirileceklerdir.

Muhammed Esed 36:32 Ve [sonunda] hep birlikte huzurumuzda toplanacaklarını?


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:33
And a sign for them is the dead earth; We gave it life and We produced from it grain, so they eat from it.

Elmalılı-orijinal 36:33. Hem bir âyettir onlara ölü Arz: biz ona hayat verdik ve ondan habbeler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar

Elmalılı 36:33 - Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

DiyanetMeali 36:33. İşte onlara bir delil: Ölü yeri diriltir ve oradan taneler çıkarırız da ondan yerler.

DiyanetVakfı 36:33. (Bu hususta) ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler.

Ömer.N.Bilmen 36:33 Ve onlar için ölmüş yer bir ibrettir. Onu hayata kavuşturduk ve ondan daneler (meydana) çıkardık da ondan yiyiverirler.

SuatYıldırım 36:33 – Delil mi isterler? İşte ölmüş arz! Hayatı ona Biz veriyoruz.Oradan onların yiyecekleri habbeleri çıkarıyoruz. Kendileri de ondan yiyip dururlar.

İbni Kesir 36:33 Ölü toprak, onlar için bir ayettir. Biz, onu dirilttik ve ondan taneler çıkardık, ondan yemektedirler.

Muhammed Esed 36:33 Onlar, ölü toprağa can vermemizde ve beslenmeleri için topraktan ürünler çıkarmamızda [yaratma ve diriltme gücümüzün] işaretini görürler;


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:34
And We have placed in it gardens of dates and grapes, and We have made springs of water in it.

Elmalılı-orijinal 36:34. Ve onda Cennetler yaptık, hurma bağçeleri, üzüm bağları, neler! içlerinde kaynaklar akıttık

Elmalılı 36:34 - Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.

DiyanetMeali 36:34. Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız.

DiyanetVakfı 36:34. Biz, yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık.

Ömer.N.Bilmen 36:34 Ve orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından nice bostanlar vücuda getirdik ve orada su menbalarından suları akıtıverdik.

SuatYıldırım 36:34 – Orada üzüm bağları ve hurmalıklar yaptık, orada pınarlar fışkırttık.

İbni Kesir 36:34 Ve orada hurmadan, üzümlerden bahçeler var ettik. Orada pınarlar fışkırttık.

Muhammed Esed 36:34 orada [nasıl] hurmalıklar ve üzüm bağları [yetiştirmiş] ve içlerinden (nasıl) pınarlar fışkırtmıştık,


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:35
So that they may eat from its fruits, whereas they are not manufactured by their hands! So will they not be grateful?

Elmalılı-orijinal 36:35. Yesinler diye mahsulünden ve kendi ellerinin ma'mulâtından, halâ şükretmiyecekler mi?

Elmalılı 36:35 - (Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?

DiyanetMeali 36:35. Onun ve elleriyle yaptıklarının ürünlerini yesinler; şükretmezler mi?

DiyanetVakfı 36:35. Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâla şükretmeyecekler mi?

Ömer.N.Bilmen 36:35 Tâ ki, onun mahsulünden ve kendi ellerinin mamülatından yiyiversinler. Hâlâ şükretmeyecekler midir?

SuatYıldırım 36:35 – Ta ki onun meyvelerinden yesinler,O meyveleri onlar yapmadılar,Hâlâ şükretmez mi onlar?

İbni Kesir 36:35 Ki, ürününden ve ellerinin emeğinden yesinler. Hala şükretmezler mi?

Muhammed Esed 36:35 ki onları meydana getiren kendileri olmadığı halde meyvelerini yiyebilsinler. Buna rağmen hâlâ şükretmeyecekler mi?


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:36
Purity is to Him Who created all pairs, from what the earth grows, and of themselves, and from the things they do not know.

Elmalılı-orijinal 36:36. Tenziyh o yardan sübhane bütün o çiftleri, hepsini, Arzın bitirdiklerinden ve kendi nefislerinden ve daha bilemiyecekleri neler, nelerden

Elmalılı 36:36 - Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir.

DiyanetMeali 36:36. Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir.

DiyanetVakfı 36:36. Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.

Ömer.N.Bilmen 36:36 O zât-ı ilâhî (noksanlardan) münezzehtir ki, yerin bitirdiklerinden ve (insanların) kendi nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden (nice) çiftleri, onların hepsini yaratmıştır.

SuatYıldırım 36:36 – Münezzehtir o Allah, her noksandan münezzeh!Yerin bitirdiği her şeyi, ve kendilerini, ve daha nice bilmedikleri şeyleri çift yaratan, münezzehtir, Yücedir!

İbni Kesir 36:36 Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri şeylerden, bütün çiftleri yaratanı tenzih ederiz.

Muhammed Esed 36:36 Toprağın verdiği her türlü ürünü, insanların bizzat kendilerini ve hakkında [henüz] bilgi sahibi olmadıkları şeyleri çift çift yaratan Allah ne yücedir! [Dipnot 18]
[Dipnot 18] Lafzen, “O, yerin çıkardığı her şeyden ve kendilerinden ve hakkında hiç bilgileri olmayan şeylerden birer çift yaratmıştır”: bu, canlı ya da cansız bütün varlıklarda mevcut bulunan çift kutupluluğa (polarity) bir işarettir. Bu durum insanlar, hayvanlar ve bitkilerdeki iki cinslilik, (tabiattaki) aydınlık ve karanlık, sıcak ve soğuk, artı ve eksi çekim ve elektrik gücü, atomun yapısındaki artı ve eksi yükler (proton ve elektronlar) vb. olduğu gibi, karşıt fakat birbirini tamamlayıcı güçlerin varlığında kendini gösterir. (Zevc isminin, 13:3 ile ilgili not 7'de açıklandığı gibi, hem “bir çift”i, hem de “çiftlerden biri”ni ifade ettiği hatırlanmalıdır.) “Hakkında bilgi sahibi olmadıkları şey”, insan tarafından henüz keşfedilmemiş, fakat potansiyel kavrayış gücü içinde bulunan şeyleri veya olguları ifade eder: parantez içinde “henüz” kaydını koymamın sebebi budur.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:37
And a sign for them is the night; We strip the day out of it, thereupon they are in darkness.

Elmalılı-orijinal 36:37. Bir âyet de onlara gece, ondan gündüzü soyarız bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar

Elmalılı 36:37 - Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.

DiyanetMeali 36:37. Onlara bir delil de gecedir; gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler.

DiyanetVakfı 36:37. Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.

Ömer.N.Bilmen 36:37 Ve onlar için gece de bir ibrettir. Ondan gündüzü yüzüp ayırırız. Hemen onlar, karanlıklara girmişler olurlar.

SuatYıldırım 36:37 – Onlara bir delil de gecedir ki.Biz ondan gündüzü sıyırıp soyarız, birden karanlığa gömülürler...

İbni Kesir 36:37 Gece de onlar için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler.

Muhammed Esed 36:37 Ve [bütün evren üzerindeki hakimiyetimizin bir parçası olan] gecede de onlar için bir işaret vardır: Biz ondan gün [ışığı]nı çekip alırız; ve birden karanlıkta kalıverirler.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:38
And the sun runs its course for its final destination; this is a command of the Almighty, the All Knowing.

Elmalılı-orijinal 36:38. Güneş de; kendisine mahsus bir müstekarr için cereyan ediyor, o işte o azîzi alîmin takdiridir

Elmalılı 36:38 - Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

DiyanetMeali 36:38. Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur.

DiyanetVakfı 36:38. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.

Ömer.N.Bilmen 36:38 Güneş de kendisine mahsus karargâhında akar gider. İşte bu, o alîm'in takdiridir.

SuatYıldırım 36:38 – Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde...O azîz ve alîmin (o üstün kudret sahibinin ve her şeyi bilenin), yaratması böyle olur işte!

İbni Kesir 36:38 Güneş de kendi yörüngesinde akıp gider. Bu; Aziz, Alim'in takdiridir.

Muhammed Esed 36:38 Ve güneş[te de onlar için bir işaret vardır]: o, kendine ait bir yörüngede [Dipnot 19] akıp gider; bu, kudret sahibi ve her şeyi bilen [Allah]ın iradesinin bir sonucudur;
[Dipnot 19] Çoğunluğun üzerinde birleştiği kıraat şekline göre yukarıdaki şekilde çevrilebilen bu ifade li-mustekarrin lehâ olarak okunur veya, alışıldığı şekilde, “duracağı/istikrar bulacağı noktaya”, yani günbatımı zamanına (yahut noktasına) doğru (Râzî) şeklinde çevrilebilir. Ancak güvenilir kaynakların rivayetine göre Abdullah b. Mes‘ûd, bu ifadeyi lâ mustekarra lehâ şeklinde okumuştur ki (Zemahşerî) anlamı, “O hiç ara vermeden (yani, hiç durmadan) [kendi yörüngesinde] hareket eder” şeklindedir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:39
And We have appointed positions for the moon till it returns like an old branch of the date palm.

Elmalılı-orijinal 36:39. Aya da: menzil menzil ona mıktarlar biçmişizdir, nihayet dönmüş eski urcun gibi olmuştur

Elmalılı 36:39 - Ay'a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.

DiyanetMeali 36:39. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir.

DiyanetVakfı 36:39. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.

Ömer.N.Bilmen 36:39 Biz kamer'e de konaklar takdir ettik. Nihâyet hurma salkımının eski kurumuş eğri dalı gibi bir hale dönmüş olur.

SuatYıldırım 36:39 – Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.

İbni Kesir 36:39 Ay için de konaklar ta'yin etmişizdir. Sonunda eski hurma dalına döner.

Muhammed Esed 36:39 ve ay[da da bir işaret vardır ki] Biz onu, kuru ve eğik bir hurma dalını [Dipnot 20] andırır hale gelinceye kadar çeşitli safhalardan geçirdik:
[Dipnot 20] Bu tanımlama, ‘urcûn isminin karşılığıdır -kuruduğunda ve eskidiğinde bir yarım ay gibi incelen ve bükülen hurma salkımı (karş. Lane V, 1997).


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:40
It is not for the sun to catch up with the moon, nor does the night surpass the day; and each one of them floats in its orbit.

Elmalılı-orijinal 36:40. Ne Güneş kendine aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçer, her biri birer felekte yüzerler

Elmalılı 36:40 - Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.

DiyanetMeali 36:40. Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler.

DiyanetVakfı 36:40. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.

Ömer.N.Bilmen 36:40 Ne güneş için layık olur ki, o ay'a yetişmiş olsun. Ne de gece için layıkdır ki, gündüzü geçmiş bulunsun ve hepsi de birer felekte yüzerler.

SuatYıldırım 36:40 – Ne Güneş Ay’a kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir.O gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur...

İbni Kesir 36:40 Güneşe; aya ulaşmak düşmez. Gece de; gündüzü geçecek değildir. Her birisi, bir yörüngede yüzerler.

Muhammed Esed 36:40 ne güneş aya erişebilir, ne de gece gündüzü yok edebilir, [Dipnot 21] çünkü hepsi uzayda [yasalarımız doğrultusunda] hareket ederler.
[Dipnot 21] Lafzen, “ne de gece gündüzün önüne geçebilir” [yahut “geride bırakabilir”].


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:41
And a sign for them is that We lodged them in a laden ship, while they were in their forefathers backs.

Elmalılı-orijinal 36:41. Bir âyet de onlara o dolu gemide zürriyyetlerini taşımamız

Elmalılı 36:41 - Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.

DiyanetMeali 36:41-42. Onlara bir delil de: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri için bunun gibi daha nice binekler yaratmış olmamızdır.

DiyanetVakfı 36:41. Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir.

Ömer.N.Bilmen 36:41 Ve onlar için bir alâmettir, onların çoluk çocuklarını dolmuş bir gemiye muhakkak bizim yükletmiş olmamız.

SuatYıldırım 36:41 – Bir delil daha onlara:Nesillerini dopdolu gemilerde taşımamızdır.

İbni Kesir 36:41 Soylarını dolu gemiyle taşımış olmamız da onlar için bir ayettir.

Muhammed Esed 36:41 Onlar için bir işaret de, soylarını/hemcinslerini dolu gemilerle [Dipnot 22] [denizlerde] taşımamızda
[Dipnot 22] Lafzen, “yüklü gemide”: “gemi,” burada çoğul bir anlam taşıyan tekil cins ismi olarak kullanılmıştır. Buradaki “soylarını/hemcinslerini” terimi, genel olarak insan cinsini ifade etmektedir (karş. sık sık tekrarlanan “Âdemoğulları” ifadesi).


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:42
And We have created for them similar ships, in which they now ride.

Elmalılı-orijinal 36:42. ve kendilerine o misilliden binecekleri şeyler yaratmamızdır

Elmalılı 36:42 - Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.

DiyanetMeali 36:41-42. Onlara bir delil de: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri için bunun gibi daha nice binekler yaratmış olmamızdır.

DiyanetVakfı 36:42. Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık.

Ömer.N.Bilmen 36:42 Ve onlar için onun mislinden biner oldukları şeyleri de yarattık.

SuatYıldırım 36:42 – Biz, onlar için, gemiye benzer, daha nice binekler yaratırız...

İbni Kesir 36:42 Ve kendilerine bunun gibi nice binecek şeyler yapmamız da.

Muhammed Esed 36:42 ve [yolculuklarında] binek olarak kullanabilecekleri benzer araçlar yaratmamızda [Dipnot 23] [bulunmakta]dır;
[Dipnot 23] Karş. 16:8 ve ilgili not 6. [16:8 not 6: Yahluku muzari‘ (şimdiki zaman) fiil çekimi, burada, önceki ayetlerde geçen haleka mazî (geçmiş zaman) çekimiyle bir kontrast oluşturacak biçimde geniş zaman (“yaratır”) anlamı vermektedir. Allah'ın sürekli yaratmasına ilişkin bu atıf, tabii nakil vasıtalarının (yani, bu maksat için insan tarafından evcilleştirilen hayvanların) bahsinden hemen sonra geldiği için, belli ki, aynı kategoriden ama henüz bilinmeyen başka şeylere: yani, insan zekasına kazandırdığı icat yeteneği yoluyla Allah'ın yaratmakta devam edeceği yeni yeni ulaşım araçlarına işaret etmektedir (karş. 36:42). Uygarlık tarihinin birbirini izleyen her safhası, ulaşım araçları alanında önceden hayal bile edilemeyen yeni yeni buluşlar gözönüne koyduğuna göre, “bilmediğiniz daha neler yaratacaktır” yolundaki Kur’ânî ifade insanlık tarihinin -geçmiş, şimdi ve gelecek- her dönemi için geçerlidir.] Bu her iki pasajda da insanın üstün mahareti, Allah'ın yaratıcılığının doğrudan bir ifadesi olarak gösterilmektedir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:43
And if We will, We can drown them, so there would be no help in their distress, nor would they be saved.

Elmalılı-orijinal 36:43. Dilersek onları gark da ederiz o vakıt ne onlara feryadcı vardır, ne de onlar kurtarılırlar

Elmalılı 36:43 - Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.

DiyanetMeali 36:43. Dilesek, onları suda boğardık; ne yardımlarına koşan bulunur ve ne de kendileri kurtulabilirlerdi.

DiyanetVakfı 36:43. Dilesek onları suda boğarız. O zaman ne onların imdadına koşan olur, ne de onlar kurtarılırlar.

Ömer.N.Bilmen 36:43 Ve eğer dilersek onları garkederiz, artık onlar için ne bir hâlâskar vardır ve ne de onlar kurtarılabilirler.

SuatYıldırım 36:43 – Şayet dileseydik onları boğardıkNe feryatlarına koşan bir kimse bulabilir, ne de başka türlü kurtarılırlardı.

İbni Kesir 36:43 Dilesek; onları suda boğardık da ne kurtaran bulunurdu, ne de kurtulabilirlerdi.

Muhammed Esed 36:43 dilersek onları suda boğabiliriz, kimse de yardımlarına gelemez: işte [o zaman] onlar için bir kurtuluş yoktur,


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:44
Unless by mercy from Us, and as a comfort for a while.

Elmalılı-orijinal 36:44. Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak için başka

Elmalılı 36:44 - Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.

DiyanetMeali 36:44. Ama katımızdan bir rahmet ve bir süreye kadar geçinme olarak onları geri bıraktık.

DiyanetVakfı 36:44. Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.

Ömer.N.Bilmen 36:44 Ancak bizden bir rahmet olarak ve bir zamana kadar müstefit kılmak için (dilersek onları kurtarırız).

SuatYıldırım 36:44 – Sadece Biz’den ulaşacak bir rahmet ve onları bir vâdeye kadar yaşatma irademizle hayatta kalabilirler.

İbni Kesir 36:44 Ama katımızdan bir rahmet ve bir süreye kadar geçinme başka.

Muhammed Esed 36:44 meğer ki Biz onlara katımızdan bir rahmet ve [biraz daha fazla] hayat bağışlayalım.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:45
And when it is said to them, "Beware of what is before you and what is behind you, in the hope of your gaining mercy", they turn away!

Elmalılı-orijinal 36:45. Hal böyle iken onlara önünüzdekini ve arkanızdakini gözetip korunun ki rahmete şayan olasınız denildiği zaman

Elmalılı 36:45 - Durum böyle iken onlara: "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin" denildiği zaman,

DiyanetMeali 36:45. Onlara: "Geçmişinizden ve geleceğinizden sakının, belki acınırsınız" dendiği zaman yüz çevirirler.

DiyanetVakfı 36:45. Onlara yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah'tan korkun; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde (aldırmazlar).

Ömer.N.Bilmen 36:45 Onlara belki merhamet olunursunuz, önlerinizde olandan ve arkanızda olandan sakınınız denildiği zaman (onlar yüz çevirirler).

SuatYıldırım 36:45 – Onlara ne zaman: “Hem geçmişte yaptıklarınıza, hem de istikbalde yapacaklarınıza dikkat edin!böylelikle merhamet edilmeye layık olun!” denilse, yüz çevirirler...

İbni Kesir 36:45 Onlara önünüzde ve arkanızda bulunanlardan sakının. Belki merhamet olunursunuz, denildiğinde.

Muhammed Esed 36:45 Onlara: “Gözlerinizin önünde olan ve sizden gizli tutulan [Dipnot 24] [her şeyin Allah'ın bilgisi dahilinde olduğu gerçeğini unutmadan] dikkat edin ki Allah'ın rahmetine nail olabilesiniz!” denildiğinde [çoğu duymazlıktan gelir;]
[Dipnot 24] Yukarıdaki ifadenin bu şekilde çevrilmesinin bir açıklaması için bkz. sure 2, not 247. [Sure 2 not 247: Lafzen, “elleri arasındakini ve arkalarındakini”. Müfessirler, bu ibareye çok çelişkili yorumlar getirmişlerdir. Böylece, mesela Mücâhid ve ‘Atâ’, “elleri arasındaki”nin “bu dünyada onların başına gelenler”i gösterirken “arkalarındaki”nin “öteki dünyada uğrayacakları akibetler” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Diğer taraftan Dehhâk ve Kelbî, tam aksini iddia etmişler ve “elleri arasındaki”nin öteki dünyaya işaret ettiğini, “çünkü ona doğru gittiklerini”; “arkalarındaki”nin ise bu dünya anlamına geldiğini, “çünkü onu arkalarında bıraktıkları”nı söylemişlerdir (Râzî). Başka bir açıklama ise şöyledir: “onların önünde cereyan edeni ve onlardan sonra meydana gelecek olanı” (Zemahşerî). Ama bütün bu yorumlarda mâ beyne yedeyhi (“kişinin elleri arasında duran”) deyimsel ibaresinin gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır: yani aşikar olan, bilinen yahut kavranabilen. Aynı şekilde mâ halfehû da, kişinin bilgisi veya idraki dışında olan anlamına gelir. Yukarıdaki Kur’an ayetinin genel muhtevası Allah'ın sonsuz kudreti ve ilmi ile bağlantılı olduğundan benim tercih ettiğim çeviri en uygunu görünmektedir.] Bu örnekte insanın bilinçli olarak yaptıkları ile bilinçsiz veya yarı bilinçli eylemleri ifade edilmektedir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:46
And whenever a sign comes to them from the signs of their Lord, they always turn away from it!

Elmalılı-orijinal 36:46. Kendilerine rablarının âyetlerinden her hangi bir âyyet de gelse mutlaka ondan yüz çevire geldiler

Elmalılı 36:46 - Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.

DiyanetMeali 36:46. Zaten Rabbinin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde ondan hep yüz çeviregelmişlerdi.

DiyanetVakfı 36:46. Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir.

Ömer.N.Bilmen 36:46 Ve onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki, illâ ondan yüz çeviriciler olmuşlardır.

SuatYıldırım 36:46 – Ne zaman Rab’lerinin âyetlerinden bir âyet, gelse, yüz çevirirler...

İbni Kesir 36:46 Kendilerine Rabblarının ayetlerinden bir ayet geldiğinde sadece yüz çevirenler olmuşlardır.

Muhammed Esed 36:46 ve onlara Rablerinden hiçbir mesaj [Dipnot 25] ulaşmamıştır ki ondan yüz çevirmiş olmasınlar.
[Dipnot 25] Yahut: “Rablerinin işaretlerinden hiçbir işaret” -önceki pasajda birkaç kez tekrarlanan âyet ismi, burada hem “mesaj” hem de “işaret” anlamlarına gelmektedir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:47
And when it is said to them, "Spend in Allah's cause, from what Allah has provided you", the disbelievers say regarding the believers, "Shall we feed these, whom if Allah willed, would have fed? You are not but in open error!"

Elmalılı-orijinal 36:47. Allahın size merzuk kıldığı şeylerden hayra sarfedin denildiği zaman da onlara o küfredenler iyman edenler için şöyle dediler, biz hiç yedirirmiyiz o kişiye ki Allah dilese ona yiyeceğini verirdi, siz ap açık bir dalâl içinde değil de nesiniz!

Elmalılı 36:47 - Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?" dediler.

DiyanetMeali 36:47. Onlara: "Allah'ın size verdiği rızıktan sarfedin" denince inkar edenler inananlara: "Allah dileseydi doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım? Doğrusu siz apaçık bir sapıklıktasınız" derler.

DiyanetVakfı 36:47. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.

Ömer.N.Bilmen 36:47 Ve onlara «Allah'ın sizi merzûk ettiği şeylerden infak ediniz» denildiği vakit kâfir olanlar, imân edenlere dediler ki: «Biz mi taam vereceğiz o kimseye ki, eğer Allah dilese idi ona taam verirdi. Siz başka değil, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz?»

SuatYıldırım 36:47 – Onlara ne zaman: “Allah’ın size lütfettiğinden, siz de muhtaçlar için harcayın” denilse, kâfirler müminlere şöyle derler: “Size kalsa Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim mi işimiz?Siz, böyle ne sapık düşünürsünüz!”

İbni Kesir 36:47 Onlara; Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden infak edin, denildiğinde; o küfredenler iman etmiş olanlara dediler ki: Dilediği takdirde Allah'ın doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım? Doğrusu siz, ancak apaçık bir sapıklık içerisindesiniz.

Muhammed Esed 36:47 Kendilerine, “Allah'ın size verdiği rızıktan başkaları için harcayın!” [Dipnot 26] denildiğinde, hakikati inkara şartlanmış olanlar, inananlara, “Rabb[iniz] dileseydi [Kendisinin] besleyebileceği kimseleri biz mi besleyelim? Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz!” derler;
[Dipnot 26] Enfeka fiili (lafzen, “harcadı”), Kur’an terminolojisinde, sebebi ne olursa olsun, başkaları adına, yahut başkasının iyiliği için harcama yapmayı ifade eder. Bu “başkası için harcama”nın ahlakî önemi Kur’an'da sıkça vurgulanmakta ve “arındırıcı yükümlülükler”i yahut, daha geniş anlamıyla, “karşılıksız yardımlar”ı ifade eden zekât kavramında somutlaşmış bulunmaktadır (bkz. 2:43, not 34) [2:43 not 34: İslam Hukuku'nda zekât, kişinin sermayesini ve gelirini (dolayısıyla nefsini) bencillik kirinden temizlemesi anlamına gelen, müslümanlara farz kılınmış zorunlu bir vergiyi ifade eder. Bu verginin hasılatı, esas olarak fakirlere harcanır, ama yalnızca onlara değil. Bu nedenle, ne zaman bu terim belirttiğimiz bu hukukî anlamda kullanılmışsa ben onu “arındırıcı (malî) yükümlülükler” olarak çeviriyorum. Ancak, bu ayet İsrailoğulları'na atıfta bulunduğundan ve yalnızca fakirlere yönelik hayır faaliyetlerini içerdiğinden, onu “sadaka” veya “karşılıksız yardım” olarak çevirmek daha uygun olur. Keza, zekât teriminin, müslümanlarla ilgili olarak kullanılmasına rağmen özel olarak zorunlu vergiyi kasdetmediği bütün örneklerde (vahiy kronolojisinde bu terimin ilk defa geçtiği 73:20 örneğinde olduğu gibi) bu ikinci çeviriyi benimsedim.].


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:48
And they say, "When will this promise be fulfilled, if you are truthful?"

Elmalılı-orijinal 36:48. Ve ne zaman bu va'd, doğru iseniz? diyorlar

Elmalılı 36:48 - Yine onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?" diyorlar.

DiyanetMeali 36:48. "Doğru sözlü iseniz bildirin bu vaad ne zamandır?" derler.

DiyanetVakfı 36:48. Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir? derler.

Ömer.N.Bilmen 36:48 Ve derler ki: «O vaad ne zaman, eğer siz sâdıklar oldunuz iseniz?»

SuatYıldırım 36:48 – Ve yine derler ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, bizi tehdid ettiğiniz bu mezarlardan kalkma ne zaman?

İbni Kesir 36:48 Ve derler ki: Şayet siz sadıklardan iseniz, bu vaad ne zamandır?

Muhammed Esed 36:48 ve şöyle devam ederler: “Bu [yeniden dirilme] vaadi ne zaman gerçekleşecek? Eğer doğru söylüyorsanız [buna cevap verin!]”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:49
They await just one scream, which will overcome them while they are involved in worldly disputes.

Elmalılı-orijinal 36:49. Başka değil, tek bir sayhaya bakıyorlar, bir sayha ki onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir

Elmalılı 36:49 - Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.

DiyanetMeali 36:49. Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı beklerler.

DiyanetVakfı 36:49. Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.

Ömer.N.Bilmen 36:49 Onlar, birbirleriyle çekişip dururlarken kendilerini yakalaya- cak olan bir sayhadan başkasını gözetmezler.

SuatYıldırım 36:49 – Onların beklediği: Sadece bir ses!..Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses...

İbni Kesir 36:49 Onlar; sadece bir tek çığlığı beklerler ki çekişip dururlarken o, ansızın kendilerini yakalayıverir.

Muhammed Esed 36:49 [Ve bilmezler ki] [yeniden dirilmeye] itiraz edip dururlarken, [ceza olarak] kendilerini sarsıp yok edecek bir tek patlama sesi onlara yeter! [Dipnot 27]
[Dipnot 27] Lafzen, “onları tek bir çığlıktan başka bir şey beklemez”, vb.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:50
Therefore neither able to make a will, nor returning to their homes.

Elmalılı-orijinal 36:50. O zaman bir tavsıyeye bile kadir olamazlar, ailelerine de dönecek değillerdir

Elmalılı 36:50 - O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.

DiyanetMeali 36:50. O zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler.*

DiyanetVakfı 36:50. İşte o anda onlar ne bir vasiyyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

Ömer.N.Bilmen 36:50 Artık ne bir vasiyet yapmaya muktedir olabilirler ve ne de ailelerine dönebilirler.

SuatYıldırım 36:50 – İşte o zaman...Ne vasiyette bulunabilir, ne de evlerine dönebilirler...

İbni Kesir 36:50 Artık ne vasiyet edebilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

Muhammed Esed 36:50 Ve [akibetleri öyle anî olacaktır ki] ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de yakınlarına sığınabilirler.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:51
And the Trumpet will be blown - so they will come forth from the graves, running towards their Lord.

Elmalılı-orijinal 36:51. Bir de sur üfürülmüştür ne baksınlar kabirlerinden rablarına doğru akın ediyorlardır

Elmalılı 36:51 - Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.

DiyanetMeali 36:51. Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.

DiyanetVakfı 36:51. Nihayet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.

Ömer.N.Bilmen 36:51 Ve Sûr'a üfürülmüş (olacak)dır. Artık onlar o zaman kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru sür'atle yürümekte bulunurlar.

SuatYıldırım 36:51 – Sura üflendi, “Kalk!” borusu çaldı!..İşte mezarlarından kalkıp, Rab’lerinin huzurunda duruşmaya koşuyorlar...

İbni Kesir 36:51 Sur'a üflendi. Bir de bakarsınız ki onlar kabirlerinden koşarak Rabblarına doğru çıkmaktadırlar.

Muhammed Esed 36:51 Ve [sonra yeniden diriliş] sûru üflenecek; işte o zaman tümü kabirlerinden çıkarak Rablerine doğru koşacaklar!


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:52
Saying, "O our misfortune! Who has raised us from our sleep? This is what the Most Gracious had promised, and the Noble Messengers had spoken the truth!"

Elmalılı-orijinal 36:52. Eyvah, başımıza gelenlere derler: kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? Bu işte, o Rahmanın va'd buyurduğu, doğru imiş o gönderilen Resuller

Elmalılı 36:52 - Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler" derler.

DiyanetMeali 36:52. "Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?" derler. Onlara: "İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi" denir.

DiyanetVakfı 36:52. (İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâdettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.

Ömer.N.Bilmen 36:52 Demiş olurlar ki, «Eyvah bize! Bizi kim uyuduğumuz yerden kaldırdı? İşte bu, Rahmân'ın vaadettiğidir ve gönderilmiş olanlar, doğru söylemiş.»

SuatYıldırım 36:52 – “Eyvah bize! Kim kaldırdı bizi yatağımızdan?” diyorlar...”İşte Rahmân’ın vâdi: Resuller doğru söylerler!”

İbni Kesir 36:52 Derler ki: Yazıklar olsun bize, yattığımız yerden kim kaldırdı bizi? İşte bu, Rahman'ın vaadetmiş olduğudur. Ve peygamberler doğru söylemişlerdi.

Muhammed Esed 36:52 “Eyvah!” diyecekler, “Kim bizi [ölüm] uykumuzdan uyandırdı?” [Bunun üzerine onlara şöyle denecek:] “İşte Rahmân'ın vaad ettiği budur! Demek ki O'nun elçileri doğru söylemişlerdi!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:53
It is just one scream, and every one of them will be brought together before Us!

Elmalılı-orijinal 36:53. Başka değil, sâde bir tek sayha olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza ihzar edilmişlerdir

Elmalılı 36:53 - Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.

DiyanetMeali 36:53. Tek bir çığlık kopar, hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur.

DiyanetVakfı 36:53. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.

Ömer.N.Bilmen 36:53 Bu bir sayhadan başka birşey değildir, hemen onlar o anda huzurumuza ihzar edilmişlerdir.

SuatYıldırım 36:53 – Bütün olay, bir çağrıdan ibâret! İşte hepsi duruşma için toplanmışlar...

İbni Kesir 36:53 Sadece bir tek çığlık olmuştur. Ve bir de bakarsınız ki; onların hepsi birden huzurumuza getirilmişlerdir.

Muhammed Esed 36:53 Yalnızca bir tek patlama olur ve derken tümü önümüzde sıralanırlar [ve onlara şöyle denir:]


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:54
So this day no soul will be wronged in the least; and you will not be compensated except for your deeds.

Elmalılı-orijinal 36:54. Artık bu gün hiç kimseye zerrece zulmedilmez, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz

Elmalılı 36:54 - Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

DiyanetMeali 36:54. Artık bugün kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz. İşlediklerinizden başkasıyla karşılık görmezsiniz.

DiyanetVakfı 36:54. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.

Ömer.N.Bilmen 36:54 Artık bugün hiçbir şahıs bir şey ile zulme uğratılmaz ve sizler de, yapmış olduğunuz şeylerden başkasıyla cezalandırılmazsınız.

SuatYıldırım 36:54 – Artık bugün, kimseye zulmedilmez, hakkınızdan başka size bir karşılık verilmez.

İbni Kesir 36:54 Artık bugün, kimseye hiç bir haksızlıkta bulunulmaz. Ve siz, yapar olduklarınızdan başkasıyla cezalandırılmazsınız.

Muhammed Esed 36:54 “Bugün hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacak ve [yeryüzünde] yaptıklarınız dışında hiçbir şeyden sorumlu tutulmayacaksınız!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:55
Indeed this day the dwellers of Paradise are in comfort, with blissful hearts.

Elmalılı-orijinal 36:55. Cidden eshabı Cennet bu gün bir şuğl içinde zevk etmektedirler

Elmalılı 36:55 - Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.

DiyanetMeali 36:55. Doğrusu bugün, cennetlikler eğlenceyle meşguldürler.

DiyanetVakfı 36:55. O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.

Ömer.N.Bilmen 36:55 Şüphe yok ki, o gün cennet ashâbı bir eğlence içinde zevkiyâb olanlardır.

SuatYıldırım 36:55 – Amma bugün cennetlikler, zevk ve eğlence içindedirler...

İbni Kesir 36:55 Muhakkak ki bugün cennet ashabı bir meşguliyet içinde mutlu ve sevinçlidirler.

Muhammed Esed 36:55 “Kuşkusuz cenneti hak edenler bugün yaptıkları her şeyden hoşnut olacaklardır:


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:56
They and their wives are in shades, reclining on thrones.

Elmalılı-orijinal 36:56. Kendileri ve zevceleri erîkeler üzerine kurulmuşlardır

Elmalılı 36:56 - Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.

DiyanetMeali 36:56. Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır.

DiyanetVakfı 36:56. Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.

Ömer.N.Bilmen 36:56 Onlar ve zevceleri gölgeler içinde tahtlar üzerine dayanıp durmuşlardır.

SuatYıldırım 36:56 – Hem kendileri, hem eşleri gölgeliklerde, tahtlarına kurulurlar.

İbni Kesir 36:56 Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır.

Muhammed Esed 36:56 onlar ve eşleri sedirler üzerinde mutlu bir şekilde yatıp uzanacaklar; [Dipnot 28]
[Dipnot 28] Kur’an'ın cennet tanımlamalarında zill (“gölge”) terimi ve çoğul biçimi olan zilâl, çoğunlukla “mutluluk”un mecazî karşılığı olarak kullanılır -böylece, mesela, 4:57'de geçen zill zalîl “sonsuz mutluluk” anlamındadır (bkz. sure 4, not 74 [sure 4 not 74: Zıll kelimesinin aslî anlamı “gölge”dir; böylece zıllen zalîlen ifadesi, “en ziyade gölge eden gölge” olarak çevrilebilir: Yani, “koyu bir gölge”. Ancak eski Arapça kullanımında zıll kelimesi, aynı zamanda, “örtü” veya “sığınak” ve mecazî olarak “koruma” (Râğıb); ayrıca, “bir rahatlık, keyif ve bolluk durumu” (karş. Lane V, 1915) veya kısaca “mutluluk” anlamlarında kullanılmıştır -zıll zalîl terkibinde ise “sonsuz mutluluk” anlamını ifade eder (Râzî)- ki bu, “cennet” teriminin mecazî anlamlarıyla da uyumlu bir karşılıktır.]). Kurtuluşa erenlerin üzerinde uzandıkları “sedirler” ise, Râzî'nin 18:31 ve 55:54 ile ilgili yorumlarında işaret ettiği gibi, manevî bir doygunluğu ve bir zihin dinginliğini simgeler.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:57
In it (paradise) are fruits for them and whatever they ask for.

Elmalılı-orijinal 36:57. Onlara orada bir meyve var: hem onlara orada ne iddia ederlerse var

Elmalılı 36:57 - Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.

DiyanetMeali 36:57. Orada meyveler ve her istedikleri onlarındır.

DiyanetVakfı 36:57. Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.

Ömer.N.Bilmen 36:57 Onlar için orada taze yemişler vardır ve onlar için ne isterlerse vardır.

SuatYıldırım 36:57 – Orada turfanda yemişler onlara, hâsılı istedikleri her şey onlara...

İbni Kesir 36:57 Orada meyveler onlarındır. Ve her istedikleri kendilerinindir.

Muhammed Esed 36:57 orada [yalnızca] sevinç ve mutluluğu tadacaklar ve istedikleri her şey onların olacak:


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:58
Upon them will be "Peace" - a Word from their Merciful Lord!

Elmalılı-orijinal 36:58. Bir selâm, rahîm bir rabdan kelâm

Elmalılı 36:58 - (Onlara) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır.

DiyanetMeali 36:58. Merhametli olan Rab katından onlara selam vardır.

DiyanetVakfı 36:58. Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır.

Ömer.N.Bilmen 36:58 Rahîm olan Rabden kavlen bir selâm da vardır.

SuatYıldırım 36:58 – Rabb-i Rahim’den sözle olan bir selâm yine onlara...

İbni Kesir 36:58 Rahim Rabblarından bir de; selam, sözü.

Muhammed Esed 36:58 rahmet saçıcı Rabbin sözüyle gelen katıksız bir huzur ve rahatlık içinde.” [Dipnot 29]
[Dipnot 29] Bu bileşik ifade [“huzur ve rahatlık”,] sanırım, selâm kavramının bu bağlamdaki en uygun karşılığıdır. Bu terimin daha geniş bir izahı için, selâm'ın “kurtuluş” olarak çevrildiği 5:16 ile ilgili not 29'a bakınız. [sure 5 not 29: Burada “kurtuluş” olarak çevrilen selâm kelimesi, İngilizce'de uygun bir karşılığa sahip değildir; içhuzurunu, kararlılığı ve hem fiziksel hem de ruhsal nitelikteki her türlü kötülükten emin olmayı ve Hristiyan terminolojisinde “kurtuluş” olarak tanımlanan hale ulaşmayı gösterir: Ancak şu farkla ki, Hristiyanî kurtuluş kavramı, “ilk günah” doktrininin Hristiyanlıkta haklı gösterdiği, ama bu doktrine iltifat etmeyen İslam'ın haklı görmediği peşin (a priori) bir günahkarlık durumunun varlığını kabul eder. Sonuç olarak, “kurtuluş” terimi -ki daha iyi bir kelime olmadığı için kullanıyorum- selâm'ın tam anlamını yeterli biçimde yansıtmaz. Onun Batı dillerindeki en yakın karşılığı, her ikisi de Hristiyanî kurtuluş doktrini ile zorunlu (yani, dilbilimsel) bir bağlılık içinde olmadan ruhsal barış ve tatminkarlık fikrini ifade eden Almanca Heil veya Fransızca salut kelimeleridir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:59
"And be separated (from others) this day, O you criminals!"

Elmalılı-orijinal 36:59. Ve haydin ayrılın bu gün ey mücrimler!

Elmalılı 36:59 - Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.

DiyanetMeali 36:59-61. Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

DiyanetVakfı 36:59. "Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!"

Ömer.N.Bilmen 36:59 Ve ey günahkârlar! Bugün siz ayrılıp yalnız kalınız.

SuatYıldırım 36:59 – “Fakat bugün sizler, şöyle bir tarafa çekilin ey mücrimler!”

İbni Kesir 36:59 Ayrılın bugün, ey suçlular.

Muhammed Esed 36:59 “Ey suçlular, siz bugün şöyle ayrılın!


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:60
"O Descendants of Adam! Did I not take a covenant from you that you shall not worship the devil? Undoubtedly, he is your open enemy."

Elmalılı-orijinal 36:60. And vermedim mi size? «Ey adem oğulları! Şeytana kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır» diye

Elmalılı 36:60-61 - "Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?" (buyurulacak)

DiyanetMeali 36:59-61. Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

DiyanetVakfı 36:60. "Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi?

Ömer.N.Bilmen 36:60 Ey ademoğulları! Size tavsiye etmedim mi ki, şeytana ibadet etmeyiniz. Şüphe yok ki, o sizin için apaçık bir düşmandır.

SuatYıldırım 36:60 – “Ey Âdem’in evlatları!Size emretmemiş miydim:”Şeytana tapmayın sakın!”“Çünkü o size âşikar düşman...

İbni Kesir 36:60 Ey Ademoğulları; Ben, size; şeytana tapmayın, o muhakkak ki sizin apaçık bir düşmanınızdır, diye ahdetmedim mi?

Muhammed Esed 36:60 Siz ey Âdemoğulları, size demedim mi: Şeytan'a tapmayın, [Dipnot 30] o sizin apaçık düşmanınızdır!
[Dipnot 30] Kur’an'ın “şeytana tapma” olarak tanımladığı şeyin anlamı için bkz. 19:44 ile ilgili not 33. [Sure 19 not 33: Burada, dolaylı olarak Allah'tan başka şeylere ya da kimselere tanrısal nitelikler yakıştırmaktaki akıl dışı davranışın, Allah'a karşı benimsenen tüm akıl dışı ve nankörce tutum ve davranışların bir sembolü olarak, Yaratıcı'sına baş kaldıran Şeytan'a “tapınmak”la aynı anlama geldiği belirtiliyor. Bu bakımdan, belirtmek gerekir ki, şeytân terimi, “[haktan] uzak oldu [yahut “uzaklaştı”]” anlamına gelen şetane fiilinden türemiştir (Lisânu'l-‘Arab, Tâcu'l-‘Arûs): Bunun içindir ki Kur’an, akla, hakikate, ahlaka mahiyet olarak aykırı olan her türlü saiki şeytanî olarak; ve şeytanî saiklere teslimiyet yönünde ortaya konan her bilinçli/kasıtlı eylemi de “Şeytan'a kulluk etmek” ya da “Şeytan'a tapmak” olarak tanımlamaktadır.]


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:61
"And that you shall worship Me? This is the Straight Path."

Elmalılı-orijinal 36:61. «Ve bana kulluk edin doğru yol budur» diye

Elmalılı 36:60-61 - "Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?" (buyurulacak)

DiyanetMeali 36:59-61. Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

DiyanetVakfı 36:61. "Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur" demedim mi?

Ömer.N.Bilmen 36:61 Ve bana ibadet ediniz. İşte doğru yol budur.

SuatYıldırım 36:61 – Lâkin Bana tapın: işte sırat-ı müstakim!”

İbni Kesir 36:61 Ve; Bana kulluk edersiniz, işte bu, dosdoğru yoldur, diye.

Muhammed Esed 36:61 Ve [yalnız Bana ibadet edin!] Dosdoğru yol budur!


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:62
"And he has indeed led a large number of you astray; so did you not have sense?"

Elmalılı-orijinal 36:62. Böyle iken celâlıma karşı o içinizden bir çok cibilletleri yoldan çıkardı, ya o vakıt sizin akıllarınız yokmıy dı?

Elmalılı 36:62 - Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?

DiyanetMeali 36:62. And olsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı, akletmez miydiniz?

DiyanetVakfı 36:62. Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?

Ömer.N.Bilmen 36:62 Andolsun ki, sizden bir çok cemiyetleri sapıklığa düşürdü. Siz âkilâne düşünür olmadınız mı?

SuatYıldırım 36:62 – Şeytan, içinizden nice nesilleri saptırdı. Bunu düşünmeli değil miydiniz?

İbni Kesir 36:62 Andolsun ki; o, sizden birçok nesilleri saptırmıştı. Hala akletmez misiniz?

Muhammed Esed 36:62 [Şeytana gelince,] o bir çoğunuzu saptırmıştır; neden aklınızı kullanmıyorsunuz?”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:63
"This is hell, which you were promised."

Elmalılı-orijinal 36:63. Bu işte o Cehennem ki va'dolunur dururdunuz

Elmalılı 36:63 - İşte bu size vaad edilen cehennemdir.

DiyanetMeali 36:63. İşte bu, size söz verilen cehennemdir.

DiyanetVakfı 36:63. İşte, bu size vâdedilen cehennemdir.

Ömer.N.Bilmen 36:63 Bu sizin o vaadolunmuş olduğunuz cehennemdir.

SuatYıldırım 36:63 – İşte tehdid edildiğiniz cehennem!

İbni Kesir 36:63 İşte bu, size vaadolunan cehennemdir.

Muhammed Esed 36:63 “İşte tekrar tekrar uyarıldığınız cehennem: [Dipnot 31]
[Dipnot 31] “İşte ... cehennem” ifadesi, münkirlerin, peygamberler tarafından defalarca uyarılmalarına rağmen doğruluktan saptıklarını anlamalarının, öteki dünyadaki şiddetli ‘azâbın bizzat bir kaynağı olacağı gerçeğine işaret eder. Devamlılık ve ısrar unsuru, burada ve bundan sonraki ayette, kuntum yardımcı fiilinin kullanılması ile vurgulanmaktadır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:64
"Enter it this day - the recompense of your disbelief."

Elmalılı-orijinal 36:64. Bu gün yaslanın ona bakalım küfrettiğiniz için

Elmalılı 36:64 - Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.

DiyanetMeali 36:64. Bugün, inkarcılığınıza karşılık oraya girin.

DiyanetVakfı 36:64. İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!

Ömer.N.Bilmen 36:64 O inkar eder olduğunuzdan dolayı bugün ona geri veriniz.

SuatYıldırım 36:64 – İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin.

İbni Kesir 36:64 Küfretmekte olduğunuzdan dolayı bugün girin oraya.

Muhammed Esed 36:64 hakkı ısrarla inkar etmenizin sonucu olarak bugün oraya girin!”


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:65
This day We will set a seal on their mouths, and their hands will speak out to Us and their feet will bear witness to their deeds.

Elmalılı-orijinal 36:65. Bu gün ağızlarını mühürleriz de bize elleri söyler ve ayakları şehadet eyler: neler kesbediyorlardı

Elmalılı 36:65 - Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

DiyanetMeali 36:65. İşte o gün ağızlarını mühürleriz, Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahidlik eder.

DiyanetVakfı 36:65. O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

Ömer.N.Bilmen 36:65 Bugün onların ağızları üzerine mühür basarız ve bize elleri söyler ve neler kazanır olduklarına dair ayakları şehâdette bulunur.

SuatYıldırım 36:65 – Bugün mühür vuracağız ağızlarına, elleri Bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına.

İbni Kesir 36:65 Bugün, onların ağızlarını mühürleriz. Bizimle elleri konuşur ve yapmakta oldukları şeye ayakları şehadet eder.

Muhammed Esed 36:65 O Gün ağızlarına mühür vuracağız, [Dipnot 32] fakat elleri dile gelecek ve ayakları [hayatta iken] yapmış oldukları her şeye tanıklık edecektir.
[Dipnot 32] İnkarcıların geçmişteki fiillerini ve tavırlarını savunamamalarının veya mazur gösterememelerinin mecazî bir ifadesi.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:66
And had We willed, We could have quenched their eyes so they would rush towards the path, unable to see a thing.

Elmalılı-orijinal 36:66. Hem dilersek gözlerini üzerinden silme kör ediverdik de yola dökülürlerdi, fakat nereden görecekler?

Elmalılı 36:66 - Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?

DiyanetMeali 36:66. Dilesek, gözlerini kör ederdik de yol bulmağa çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi?

DiyanetVakfı 36:66. Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman doğru yolu bulmaya koşuşurlar, ama nasıl göreceklerdi?

Ömer.N.Bilmen 36:66 Ve eğer dilese idik gözlerini büsbütün mahvederdik de yola koşar dururlardı. Artık nereden görebilecekler?

SuatYıldırım 36:66 – Eğer dileseydik gözlerini dümdüz, silme kör ederdik, o zaman yola dökülür, hidayete ulaşmak için yarışırlardı.Fakat o takdirde nasıl görebilirlerdi?

İbni Kesir 36:66 Biz isteseydik; onların gözlerini kör ederdik de yolda koşuşup kalırlardı. Ama nasıl göreceklerdi ki.

Muhammed Esed 36:66 EĞER [insanların doğru ile yanlışı ayırd edememelerini] dilemiş olsaydık, onları görüp anlama melekesinden yoksun bırakırdık [Dipnot 33] da [doğru] yoldan hep şaşarlardı: ama [öyle olsaydı] onlar [doğruyu] nasıl görebilirlerdi? [Dipnot 34]

[Dipnot 33] Lafzen, “onların gözlerini kör ederdik”: “onları manevî olarak kör yapardık” ve dolayısıyla, onları her türlü ahlakî sorumluluk duygusundan yoksun bırakırdık ve bu da insan hayatındaki bütün manevî değerlerin inkarına yol açardı anlamına gelen mecazî bir ifade. (Karş. 2:20 -“Şayet Allah dileseydi onların işitme ve görme yeteneklerini ellerinden alabilirdi”.)
[Dipnot 34] Bu örnekte -20:96'da olduğu gibi- besura fiili (lafzen, “o görür oldu” veya “gördü”), “[bir şeyi] zihnî olarak/aklen kavramak” anlamında kullanılmıştır. Taberî'nin rivayetine göre, İbni ‘Abbâs, ennâ yubsirûn ifadesinin “onlar gerçeği nasıl kavrayabilirler” anlamına geldiğini söylemiştir.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:67
And had We willed, We could have disfigured their faces while they were in their homes, therefore unable to go forward or turn back.

Elmalılı-orijinal 36:67. Daha dilesek kendilerini oldukları yerde meshediverdik de ne ileri gidebilirlerdi ne dönebilirlerdi

Elmalılı 36:67 - Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.

DiyanetMeali 36:67. Dilesek, onları oldukları yerde dondururduk da, ne ileri gidebilirler ve ne de geri dönebilirlerdi.*

DiyanetVakfı 36:67. Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye!

Ömer.N.Bilmen 36:67 Ve eğer dilese idik onları en kuvvetli bulundukları yerde mahvederdik. Artık ne geçip gitmeğe ve ne de geri dönmeğe muktedir olamazlardı.

SuatYıldırım 36:67 – Eğer dileseydik, oldukları yerde, hemen baş üstü, mâhiyetlerini değiştirir, çirkin mi çirkin, tersyüz ederdik...Artık ne ileriye devam edebilir, ne de geriye dönüş yapabilirlerdi.

İbni Kesir 36:67 Biz isteseydik; onları oldukları yerde dondururduk da ileri geçmeye güçleri yetmezdi. Geri de dönemezlerdi.

Muhammed Esed 36:67 Eğer [doğru ile yanlış arasında seçim yapma özgürlüğünden yoksun olmalarını] dilemiş olsaydık, onları kesinlikle farklı bir tabiatta yaratırdık [Dipnot 35] ve bulundukları yerde [kökleştirirdik ki] ne ileri gidebilsinler, ne de geri dönebilsinler. [Dipnot 36]
[Dipnot 35] Lafzen, “onları değiştirirdik” [veya “dönüşüme uğratırdık”].
[Dipnot 36] Yani, Allah insanların irade veya ahlakî tercih özgürlüğüne sahip olmamalarını dileseydi, onları başından beri manevî ve ahlakî olarak durağan bir tabiatta yaratır, içgüdülerinin pençesinde (“bulundukları yerlerde”) hareket edemez şekilde tutar; kendini geliştirme dürtüsünden yoksun ve olumlu gelişmeler sağlamaktan yahut, yanlış yolları terk etmekten aciz bırakırdı.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:68
And whomever We bring to an old age, We reverse him in creation; so do they not understand?

Elmalılı-orijinal 36:68. Bununla beraber her kimin ömrünü uzatıyorsak hılkatte onu tersine çeviriyoruz, hâlâ da akıllanmıyacaklar mı?

Elmalılı 36:68 - Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?

DiyanetMeali 36:68. Uzun ömürlü yaptığımızın hilkatini tersine çevirmişizdir. Akletmezler mi?

DiyanetVakfı 36:68. Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?

Ömer.N.Bilmen 36:68 Ve her kimi de çokça yaşatıyor isek onu yaratılışta başaşağı ediyoruz. Daha âkilâne düşünemiyorlar mı?

SuatYıldırım 36:68 – Onlardan ömrünü uzattığımız kimsenin ise, hilkatini tersyüz ederiz.Hâlâ akıllanmazlar mı?

İbni Kesir 36:68 Kimi de uzun ömürlü yaparsak; onun yaratılışını tersine çeviririz. Hala akletmezler mi?

Muhammed Esed 36:68 Ama [şunu daima hatırlasınlar ki] Biz bir insanın ömrünü uzatırsak, aynı zamanda onun güç ve yeteneklerinde [yaşlandıkça] bir azalma meydana getiririz; (buna rağmen) hâlâ akıllarını kullanmazlar mı? [Dipnot 37]

[Dipnot 37] Yani insan, ahlakî tercihinin gereğini yapmayı asla ertelememelidir. -Çünkü, eğer insanlar doğruyu yanlıştan ayırd etme yeteneğine ve geniş bir irade serbestisine sahip olmalarından dolayı üstün yaratıklar ise, o zaman, “insanın zayıf yaratıldı”ğını (4:28), yaşlılığında daha da çökeceğini ve hükmedeceği ömrün kısalmış olacağını da unutmasınlar.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:69
And We have not taught him (Prophet Mohammed- peace and blessings be upon him) to recite poetry, nor does it befit him; it is nothing but an advice and the bright Qur'an.

Elmalılı-orijinal 36:69. Biz ona şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da, o sâde bir zikir ve parlak bir Kur'andır

Elmalılı 36:69 - Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.

DiyanetMeali 36:69. Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona gerekmezdi. Bu bir öğüt ve apaçık Kuran'dır.

DiyanetVakfı 36:69. Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.

Ömer.N.Bilmen 36:69 Ve Biz O'na şiiri talîm etmedik ve O'nun için lâyık da olmaz. O, başka değil bir mev'izedir ve pek bedîhi bir Kur'an'dır.

SuatYıldırım 36:69 – Biz Resûl’e Kur’ân öğrettik, şiir öğretmedik, o zaten ona yaraşmaz.O sırf bir irşâd ve parlak bir Kur’ân’dır.

İbni Kesir 36:69 Biz, ona şiir öğretmedik. Zaten ona gerekmezdi de. Bu, ancak bir zikirdir. Ve apaçık bir Kur'an'dır.

Muhammed Esed 36:69 VE [işte böyle:] Biz bu [Peygamber'e] şiir [yeteneği] bahşetmedik, zaten [şiir] bu [mesaj]a uygun düşmezdi: [Dipnot 38] o yalnızca bir uyarı ve öğüttür; ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren [Dipnot 39] bir [ilahî] hitabedir,
[Dipnot 38] Bu pasaj, surenin ilk ayetlerinde değinilen konuyu, yani Kur’an'ın vahyi konusunu ele almaya devam etmektedir. 26:224'de olduğu gibi, burada da, Muhammed (s)'in düşmanlarının, gerek yaşadığı dönemde gerekse sonraki dönemlerde, o'nun ilahî vahiy olarak sunduğu şeyin gerçekte kendi şiirsel hayal gücünün bir ürünü olduğu şeklindeki iddialarına değinilmektedir. Burada, şiir -özellikle Arap şiiri- ile Kur’an'da somutlaşan ilahî vahiy arasındaki temel farklılığa dikkat çekmek suretiyle bu iddia reddedilmektedir: şiirde anlam, dilin müzikalitesi ve ritmi karşısında genelde ikinci derecede kalırken Kur’an'da tam tersi geçerlidir. Çünkü Kur’an'da, kelimelerin seçimi, sesleri ve cümle içindeki konumları -ve dolayısıyla melodisi ve ritmi- daima kasdedilen anlamın destekleyicisi niteliğindedir. (Karş. ayrıca 26:225 ve ilgili not 100.) [26:225 not 100: Hâme fî vidyân (“vadilerde gezdi”) deyimi, pek çok müfessirin belirttiği gibi, sözcüklerle ve hayallerle (ya da düşüncelerle) belli bir gerçeklik fikrine bağlı olmadan amaçsız ve çoğu zaman da tutarsız bir biçimde oynamak anlamında kullanılmaktadır; yukarıdaki anlam örgüsü içinde bu deyim, bütün iç tutarsızlıklardan uzak olan Kur’an'ın mükemmeliyeti yanında şairlerin ortaya koydukları şeylerin tutarsızlığına, güvenilmezliğine dikkat çekmek üzere kullanılmaktadır: (karş. 4:82 hk. 97. not).]
[Dipnot 39] Mübîn sıfatının bu bileşik karşılığı için bkz. sure 12, not 2. [Sure 12 not 2: Mubîn sıfat fiili, nitelediği ismin bir vasfına işaret edebileceği gibi (“açık”, “aşikar”, “belli” vb.) onun işlevini de ifade edebilir (“açıklayan” ya da “ortaya koyan” vb.); çeviride sözcük her iki anlamıyla birden aktarılmıştır. Üzerinde ittifak edilen hakim görüşe göre yukarıda sözcüğün her iki anlamı da kasdedilmiştir; ve netice olarak, terimin anlamını olduğu gibi vermek için yukarıdaki birleşik ifade zorunlu gibidir.] Yukarıdaki ifade, lafzen, “bir uyarı ve öğüt ve ... [ilahî] bir hitabe” şeklinde çevrildiğinde, burada kullanılan ve bağlacı, 15:1'de olduğu gibi, Kur’an'ın ilahî vahiy sürecinin bir unsuru olduğuna işaret eder.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:70
To warn the living *, and to prove the Word against disbelievers. (Only the believers are deemed alive in Allah's sight.)

Elmalılı-orijinal 36:70. Hayatı olanı uyandırmak, nankörlere de o söz hakk olmak için

Elmalılı 36:70 - (Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.

DiyanetMeali 36:70. Diri olan kimseyi uyarsın ve verilen söz de inkarcıların aleyhine çıksın.

DiyanetVakfı 36:70. Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.

Ömer.N.Bilmen 36:70 Hayat sahibi olan kimseyi korkutması ve kâfirler üzerine de azabın tâhakkuk etmesi için (O Kur'an'ı) indirdik.

SuatYıldırım 36:70 – Yaşayan her kişiyi uyarsın diye, böylece ilahî hüküm kâfirler hakkında kesinleşsin diye, gönderilmiştir.

İbni Kesir 36:70 Diri olanları uyarsın ve kafirlerin üzerine söz hak olsun diye.

Muhammed Esed 36:70 ki [kalben] diri olanları uyarabilsin ve [Allah'ın] sözü hakikati inkara şartlanmış olanlara karşı tanıklık yapabilsin [Dipnot 40] diye.
[Dipnot 40] Lafzen, “doğru çıkabilsin [veya “doğruluğu isbatlanabilsin”], yani Hesap Günü'nde (karş. bu surenin 7. ayeti).


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:71
Did they not see that We have created animals for them from Our handiwork, so they are their owners?

Elmalılı-orijinal 36:71. Şunu da görmediler mi? Biz onlar için ellerimizin yaptıklarından bir takım (en'am) yumuşak hayvanlar yaratmışız da onlara malik bulunuyorlar

Elmalılı 36:71 - Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.

DiyanetMeali 36:71. Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar.

DiyanetVakfı 36:71. Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır.

Ömer.N.Bilmen 36:71 Görmediler mi ki, muhakkak Biz onlar için (kudret) ellerimizin yaptıklarından dörder ayaklı hayvanlar yarattık, artık bunlara mâliktirler.

SuatYıldırım 36:71 – Şunu da görmediler mi:Ellerimizle yaptığımız eserlerden kendileri için davarlar yarattık da onlara mâlik bulunuyorlar.

İbni Kesir 36:71 Görmezler mi ki; ellerimizin yaptıklarından onlar için hayvanlar yarattık. Kendileri bunlara sahip bulunmaktadırlar.

Muhammed Esed 36:71 Görmezler mi ki, eserlerimizden biri olarak [Dipnot 41] kendileri için [bugün] kullanıp yararlandıkları evcil hayvanlar yarattık?
[Dipnot 41] Yani, “yalnız bizim yarattıklarımızdan yahut bizim yaratabildiklerimizden biri olarak” (Zemahşerî ve Râzî). Yukarıdaki mecazî deyim, “el ürünü”/“ellerimizin yaptığı” (“eserlerimizden biri” -T.ç.n.) kavramının, geniş anlamdaki, yani hem somut hem de soyut anlamdaki karşılığına dayanmaktadır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:72
And have subjected the animals for them, so they ride some animals and eat some?

Elmalılı-orijinal 36:72. Ve onları kendilerine zebun etmişiz de hem onlardan binidleri var, hem de onlardan yiyorlar

Elmalılı 36:72 - Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.

DiyanetMeali 36:72. Onları kendilerinin buyruğuna verdik; bindikleri de, etini yedikleri de vardır.

DiyanetVakfı 36:72. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler.

Ömer.N.Bilmen 36:72 Ve onlara bunları musahhar (itaatkar) kıldık. Artık bunlardan onların binecekleri (hayvanlar) vardır ve bunlardan yiyiverirler.

SuatYıldırım 36:72 – Onları emirlerine âmade kıldık. Onlardan hem binek edinir, hem de yerler,

İbni Kesir 36:72 Ve onları, kendilerinin buyruğuna verdik. Onlardan kimisi binekleridir, kimisinden de yerler.

Muhammed Esed 36:72 Ve onları insanların iradesine tâbi kıldık [Dipnot 42] ki bir kısmını binek olarak kullanabilsinler, bir kısmını da yiyebilsinler;

[Dipnot 42] Lafzen, “onlara boyun eğdirdik (zellelnâhâ)”: bu, aynı zamanda, insanın evcil hayvanları iyi yahut kötü kullanmaktan dolayı ahlakî bir sorumluluğa sahip olduğuna işaret eder.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:73
And for them in the animals are numerous different benefits and drinks; so will they not be grateful?

Elmalılı-orijinal 36:73. Onlardan daha bir çok menfeatleri ve türlü içecekleri de var, hâlâ şükretmiyecekler mi?

Elmalılı 36:73 - Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

DiyanetMeali 36:73. Onlarda daha nice faydalar, içecekler vardır; şükretmezler mi?

DiyanetVakfı 36:73. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâla şükretmezler mi?

Ömer.N.Bilmen 36:73 Ve onlar için bunlarda menfaatler ve içilecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

SuatYıldırım 36:73 – Onlardan içecekler elde ederler, daha nice menfaatlerinden yararlanırlar. Halâ şükretmezler mi?

İbni Kesir 36:73 Onlarda kendileri için faydalar ve içecekler vardır. Hala şükretmezler mi?

Muhammed Esed 36:73 ve onlardan [başka] faydalar sağlayabilsinler ve içecek [süt] alabilsinler! Buna rağmen hâlâ şükretmeyecekler mi?


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:74
And they have appointed Gods other than Allah, that perhaps they may be helped!

Elmalılı-orijinal 36:74. Tuttular da Allahdan başka bir takım ilâhlar edindiler gûya yardım olunacaklar

Elmalılı 36:74 - Onlar, Allah'tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.

DiyanetMeali 36:74. Allah'ı bırakıp da, kendilerine yardımı dokunur diye, başka tanrılar edindiler.

DiyanetVakfı 36:74. Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler.

Ömer.N.Bilmen 36:74 Onlar, belki yardım olunurlar diye Allah'tan başkasını mabutlar ittihaz ettiler.

SuatYıldırım 36:74 – Tuttular, Allah’tan başka tanrılar peşine düştüler, güyâ ki yardıma nâil olacaklar!

İbni Kesir 36:74 Kendilerine yardımları dokunur diye Allah'tan başka ilahlar edindiler.

Muhammed Esed 36:74 Ama [tam tersine,] onlar, kendilerine yardım edecekleri [ümidiyle] Allah'tan başka ilahlar [Dipnot 43] edindiler, [oysa bilmezler ki]
[Dipnot 43] Yahut: “Allah'la beraber başka ilahlar”. Her iki halde de bu ifade, bilinçli olarak tapınılan nesneleri -putlar, muhayyel üstün güçler, ilahlaştırılan kişiler, azîzler vb.- ve bilinçli olarak “tapınılmayan”, fakat neredeyse taparcasına saygı ve bağlılık gösterilen iktidar/otorite, zenginlik veya “şans” gibi soyut kavramları anlatır. Kur’an'da bu vb. bağlamda kullanılan ittehazû fiili (lafzen, “kendileri için kabul ettiler” [veya “etmektedirler”]) özellikle işaret edilen geniş anlam demetine tam uygun düşmektedir, çünkü kişinin bir şeyi -ister somut isterse soyut nitelikte olsun- kendi özel faydası veya zevki için kullanması anlamını taşımaktadır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:75
They (the appointed Gods) cannot help them; and they and their armies will come (to Us), as captives.

Elmalılı-orijinal 36:75. Onların onlara yardıma gücleri yetmez, onlar ise onlar için hazırlanan askerler

Elmalılı 36:75 - Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.

DiyanetMeali 36:75. Oysa onlar yardım edemezler, ancak kendileri o tanrılara koruyuculuk için nöbet beklerler.

DiyanetVakfı 36:75. Halbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerlerdir.

Ömer.N.Bilmen 36:75 Onlara yardım etmeğe güçleri yetmez.Onlar ise bunlar için hazırlanmış yardımcı erlerdir.

SuatYıldırım 36:75 – O putlar kendilerine yardım edemezler, nasıl olur?Zaten bunlar, onlar için hazırlanmış askerler! [21,43]

İbni Kesir 36:75 Halbuki onlar, kendilerine yardım edemezler. Sadece kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir.

Muhammed Esed 36:75 bunlar bağlılarına [Dipnot 44] yardım eli uzatamazlar, hatta onlara [yardım için] çağrılmış askerler ol[arak görün]seler bile.
[Dipnot 44] Lafzen, “onlara”.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:76
Therefore (O dear Prophet Mohammed - peace and blessings be upon him) do not grieve because of what they (the disbelievers) say; indeed We know what they conceal and what they disclose.

Elmalılı-orijinal 36:76. O halde onların lâkırdıları seni mahzûn etmesin, biz onların içlerini de biliriz dışlarını da

Elmalılı 36:76 - O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.

DiyanetMeali 36:76. Bunların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da şüphesiz biliriz.

DiyanetVakfı 36:76. (Resûlüm!) O halde onların sözleri sakın seni üzmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.

Ömer.N.Bilmen 36:76 İmdi onların lâkırdıları seni mahzun etmesin. Şüphe yok ki Biz, onların neleri gizlediklerini ve neleri ilan ettiklerini biliyoruz.

SuatYıldırım 36:76 – O halde ey Resulüm, üzülme sen onların laflarına, onların gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını da, sen hiç tasalanma!

İbni Kesir 36:76 Onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki Biz; onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da biliriz.

Muhammed Esed 36:76 Ama o [hakikati inkar eden]lerin sözlerinden üzüntüye kapılma: şüphe yok ki Biz onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:77
And did not man see that We have created him from a drop of semen? Yet he is an open quarreller!

Elmalılı-orijinal 36:77. Görmedi mi o insan? biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o çeneli bir çekişgen kesildi

Elmalılı 36:77 - İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?

DiyanetMeali 36:77-78. İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da; "Çürümüş kemikleri kim yaratacak" diyerek, Bize misal vermeye kalkar?

DiyanetVakfı 36:77. İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş.

Ömer.N.Bilmen 36:77 İnsan görmedi mi ki, muhakkak Biz onu bir nutfeden yarattık, sonra o, bir apaçık mücadeleci (kesilmiş)tir.

SuatYıldırım 36:77 – İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi:Biz kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Bize.

İbni Kesir 36:77 İnsan; Bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi ki; şimdi apaçık bir düşmandır.

Muhammed Esed 36:77 İNSAN bilmez mi ki kendisini [tek] bir sperm damlasından yaratırız; ve o anda kendisini düşünme ve tartışma yeteneği [Dipnot 45] ile donatılmış görür.
[Dipnot 45] Bkz. 16:4'deki benzer pasaj ve ilgili not 5.[Sure 16 not 5: Lafzen, “yeri gelince, nasıl açık bir hasım, bir muarız olabiliyor!” Zemahşerî'ye ve Râzî'ye göre, yukarıdaki ibare iki şekilde yorumlanmaya müsaittir. Zemahşerî'nin sözleriyle: “Birinci yorum: [sadece] bir sperm/döl-suyu damlasından, bilinç (idrak) ve hareket yeteneğinden yoksun fiziksel bir zerreden yola çıkarak varoluş âlemine yükselen insan, sonunda, [herhangi bir teklifin yanında ya da karşısında yer alarak] kendi lehinde fikir istihsal edebilen, cüret ya da cesaretle tartışmaya girebilen ve iddia ya da görüşlerini açıkça ifade edebilen yüksek tasavvur ve ifade gücüne sahip (mintîk) bir varlık haline gelir; bu olguda Allah'ın yaratıcı kudretinin bir tezahürü kendini göstermektedir. Öteki yorum: insan, kendi Rabbini, yaratıcısını tanımaya yanaşmamakla Rabbine karşı bir muhalif, bir muarız, bir hasım olmaya yatkın olduğunu göstermektedir”. Râzî, kesin tercihini bu iki yorumdan ilki lehinde koyarken sebep olarak, “Çünkü” diyor, “yukarıdaki ayetler, insanların dikbaşlılığına, küfre ve nankörlüğe olan yatkınlıklarına değil, öncelikle mutlak bilgi ve hikmet sahibi bir yaratıcının varlığını ortaya koyan bir olguya dikkat çekmek maksadına matuftur”. Bununla birlikte, oldukça erken bir dönemde vahyedilen 36:77-78'i gözönünde bulundurarak, biz yukarıdaki iki yorumun karşılıklı olarak birbirini nakzetmeyen, tersine birbirini tamamlayan yorumlar olduğu kanaatindeyiz; çünkü yukarıdaki ayet, madem ki akıl sahibi bir varlık olarak insanın mümeyyiz (ayırıcı) vasfını ortaya koyuyor; o halde, bu vasfın onu yüksek erdem ve başarılara götürebildiği gibi, bütünüyle sapıklığa, azgınlığa sürükleyebildiği gerçeğini de, ayetin işaret ettiği anlam alanı içinde düşünmek zorundayız. Bu derin ve vecîz ibarenin çevirisi için benimsediğimiz serbest aktarım da bu düşünceye dayanmaktadır.] Râzî, yukarıdaki ayet ile ilgili kendisinin (ve Zemahşerî'nin) yorumlarında ileri sürülen açıklamaları tamamlamak için, burada, hasîm (lafzen, “tartışmada taraf olan”) terimini, nâtık (“konuşan [veya “akıllı”] varlık”) olarak adlandırılan özelliğin en yüksek tezahürü ile eş tutmaktadır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:78
And he invents an example for Us, while forgetting his own creation, saying, "Who is such that can revive the bones when they have completely rotted away?"

Elmalılı-orijinal 36:78. Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: kim diriltir o kemikleri onlar çürümüşken? dedi

Elmalılı 36:78 - Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi.

DiyanetMeali 36:77-78. İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da; "Çürümüş kemikleri kim yaratacak" diyerek, Bize misal vermeye kalkar?

DiyanetVakfı 36:78. Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor.

Ömer.N.Bilmen 36:78 Ve kendi yaradılışını unuttu da Bize bir misâl iradına kalkıştı, dedi ki: «Kemikleri kim diriltebilir ki, onlar çürümüşlerdir?»

SuatYıldırım 36:78 – Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misâl fırlattı Bize:”O çürümüş kemikleri kim diriltecek!” diye.

İbni Kesir 36:78 Kendi yaratılışını unutarak Bize bir misal getirdi de; çürümüşken kemikleri diriltecek kimdir? dedi.

Muhammed Esed 36:78 Ama o hem [Bizi tartışmakta ve] Bizim hakkımızda karşılaştırmalar yapmakta, [Dipnot 46] hem de bizzat kendisinin nasıl yaratılmış olduğundan gafil bulunmaktadır! [Ve bunun şaşkınlığıyla da] “Kim, çürüyüp toz olmuş kemiklere hayat verebilir?” diye sormaktadır!
[Dipnot 46] Lafzen, “Bize bir örnek (mesel) getirir” -“hakikatı inkar edenler”in, insanın duyguları ve düşünceleri ile kavrayabileceği her şeyden köklü biçimde ayrılan ve yaratılmış varlıkların sahip olabilecekleri vasıflar ile karşılaştırılamayacak nitelikte güçlere sahip bulunan aşkın bir varlığı kabul etmekteki isteksizliklerine işaret eden bir îma. (Karş. 42:11, “Hiçbir şey O'na benzemez” ve 112:4, “Hiçbir şey O'na denk tutulamaz”.) Bu tür insanlar, materyalist bir dünya görüşünü benimsediklerinden -ayetin öncesi ve sonrasından da anlaşılacağı gibi- her türlü yeniden dirilme ihtimalini reddederler ki bu da Allah'ın yaratıcı güçlerinin ve son tahlilde Allah'ın varlığının inkarına varır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:79
Proclaim (O dear Prophet Mohammed - peace and blessings be upon him), "They will be revived by the One Who created them the first time; and He is the All Knowing of every creation."

Elmalılı-orijinal 36:79. De ki onları ilk defa inşa eden diriltir ve o her halkı bilir

Elmalılı 36:79 - De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir."

DiyanetMeali 36:79. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir."

DiyanetVakfı 36:79. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.

Ömer.N.Bilmen 36:79 De ki: «Onları ilk defa yaratmış olan diriltecektir. Ve O, bü- tün yaratılmışları tamamiyle bilendir.»

SuatYıldırım 36:79 – De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilir.”

İbni Kesir 36:79 De ki: Onları ilk defa yaratan, diriltecektir. O, her yaratmayı bilendir.

Muhammed Esed 36:79 De ki: “Onları yoktan var eden, [yeniden] hayat (da) verir, çünkü O, her tür yaratma eyleminin bilgisine sahiptir;


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:80
"The One Who has created for you fire from the green tree, so you kindle from it."

Elmalılı-orijinal 36:80. O ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz

Elmalılı 36:80 - Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.

DiyanetMeali 36:80. Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş yakarsınız.

DiyanetVakfı 36:80. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.

Ömer.N.Bilmen 36:80 O (Hâlık-ı Azîm) ki, sizin için yemyeşil ağaçtan bir ateş vücuda getirmiştir de şimdi siz ondan yakıveriyorsunuz.»

SuatYıldırım 36:80 – O’dur ki sizin için yeşil ağaçtan bir ateş yaratır, siz de onu tutuşturup durursunuz.

İbni Kesir 36:80 Yemyeşil ağaçtan size ateş çıkartan O'dur. Siz ondan hemen yakıverirsiniz.

Muhammed Esed 36:80 O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarır ve onunla [kendi ateşinizi] yakarsınız”. [Dipnot 47]
[Dipnot 47] Karş. “her ağaçta bir ateş vardır” şeklindeki eski bir Arap atasözü (Zemahşerî): bu, yeşil -yani, su ihtiva eden- bitkilerin, kuruma veya insan tarafından kömürleştirilme (yapma kömür) suretiyle, yahut yer altında binlerce yıl zarfında petrol veya kömüre ayrışma yoluyla yakıta dönüşmesini anlatır. Mecazî olarak da bu “ateş”, yukarıda 77. ayette değinilen, insan aklının Allah vergisi sıcaklığını ve aydınlığını simgeler.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:81
And is it not possible for the One Who created the heavens and the earth to create the likes of them? It is surely possible, why not? And He is the Great Creator, the All Knowing of everything.

Elmalılı-orijinal 36:81. Ya Gökleri ve Yeri yaratan onlar gibisini yaratmağa kadir değil midir? Elbette kadir, hallâk o, alîm o

Elmalılı 36:81 - Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

DiyanetMeali 36:81. Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü O, yaratan ve bilendir.

DiyanetVakfı 36:81. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

Ömer.N.Bilmen 36:81 Gökleri ve yeri yaratmış olan, onların mislini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Ve O bihakkın bilen, yaratandır.

SuatYıldırım 36:81 – Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya olmaz mı kadir!Elbette kadir!Hallâk O’dur, alîm O’dur!(Her şeyi yaratan, her şeyi bilen O’dur).

İbni Kesir 36:81 Gökleri ve yeri yaratmış olan, kendileri gibisini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette O; Hallak'tır, Alim'dir.

Muhammed Esed 36:81 Gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, [yok olanların] yerine onlar gibi [yeni]lerini yaratmaya muktedir olamaz mı? Elbette olur! Zaten O her şeyin bilgisine sahip olan Yaratıcı'dır:


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:82
And His only task when He intends a thing is to command it, "Be" - and it thereupon happens!

Elmalılı-orijinal 36:82. Onun emri bir şeyi murad edince ona sâde ol demektir, o oluverir

Elmalılı 36:82 - O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.

DiyanetMeali 36:82. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur.

DiyanetVakfı 36:82. Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.

Ömer.N.Bilmen 36:82 O'nun emri, bir şeyi murad ettiği zaman ancak ona «Ol!» demesidir ki, o da hemen oluverir.

SuatYıldırım 36:82 – Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece “Ol!” demektir, hemen oluverir...

İbni Kesir 36:82 Bir şeyi murad ettiği zaman, O'nun emri sadece ona; ol, demektir. O da oluverir.

Muhammed Esed 36:82 O, Tek'tir, Biricik'tir, [Dipnot 48] öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” der -ve o (şey hemen) oluverir.
[Dipnot 48] Bu, innemâ emruhû ifadesinin karşılığıdır -emr terimi, bu örnekte, şe’n (“var olma durumu” [veya “biçimi”]) ile eş anlamlıdır. Allah'ın yaratıcılığının benzersizliği, innemâ tahsis edatı ile vurgulanmaktadır.


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri: 36:83
Therefore Purity is to Him in Whose Hand * is the control over all things and it is towards Him that you will be returned. (* Used as a metaphor to mean Power)

Elmalılı-orijinal 36:83. Artık tesbiyh edilmez mi öyle her şeyin melekûtu yedinde bulunan sübhane! hep de dördürülüp ona götürüleceksiniz

Elmalılı 36:83 - O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.

DiyanetMeali 36:83. Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir.*

DiyanetVakfı 36:83. Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.

Ömer.N.Bilmen 36:83 Hakikaten noksanlardan münezzeh (tesbih ve takdise müstehak)dir. O (Hâlık-ı Azîm) ki, her şeyin tam mülkü O'nun yed-i kudretindedir ve siz de ancak O'na (O'nun huzur-u manevîsine) döndürüleceksiniz.

SuatYıldırım 36:83 – Sübhandır, münezzehdir o Zât ki, her şey üzerinde hâkimiyet elindedir.Ve... hepinizin de dönüşü,O’na olacaktır.

İbni Kesir 36:83 Her şeyin hükümranlığı elinde olanı, tesbih ederiz. Ve siz, O'na döndürüleceksiniz.

Muhammed Esed 36:83 Her şeyin üstünde tasarruf sahibi olan Allah, ne yücedir; ve hepiniz O'na döndürüleceksiniz! Bütün otoriteler, bu surenin Mekke'de, büyük ihtimalle de Mekke döneminin ortalarında nazil olduğunda hemfikirdirler.